Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ankara Palasta düzenlenen yemekte, gayrimüslim kanaat önderleriyle bir araya geldi.
Davutoğlu, yemekte yaptığı konuşmada, yılbaşı döneminde de dini liderlerle İstanbul’da buluştuğunu, şimdi de Ankara’da böyle bir toplantıda bulunmaktan büyük mutluluk duyduğunu ifade etti.
“Bugün bu salonda, birlikte olduğumuz çok değerli dostlarımız, hangisine baksak hangisiyle selamlaşsak aslında derin ortak kültürümüzün izlerini yansıtıyorlar” diyen Davutoğlu, şöyle konuştu:
“Türkiye, bu coğrafya, şehirlerimizin tümü, asırlarca birçok dinin, birçok etnik mezhebi anlayışın, yaşayışın, kültürün özgürce varlığını sürdürdüğü ve nesilden nesile aktarıldığı medeniyetler beşiği. İbrahimi geleneğinin tümü, Hristiyan, Musevi, Müslüman, her mezhebiyle her kimliğiyle bu topraklarda asırlarca bir arada oldu, birlikte yaşadı. Ben tarih analizleri yaparken hep kadimden bahsederim. Kadimle kastedilen şey: Eskiden beri, kültürümüzde geriye doğru olduğunda başlangıcı bilinmeyecek kadar eski olan demektir. Bu açıdan bakıldığında bu topraklarda çok kültürlülük, mezheplerin bir arada yaşaması, başlangıcı hatırlanmayacak kadar eskiye gider. O anlamda kadimdir. Hristiyanlığın en önemli kutsal mekanları, bu topraklardadır. Musevilik bu topraklarda özgürce yaşama alanı bulmuştur ve İslam, bu topraklarda asırlarca değişik dinleri bir arada tutan çok köklü bir maya oluşturmuştur.”
Davutoğlu, Başbakan olduktan sonra birçok şehri ziyaret ettiğine, hep şehirlerin ruhundan bahsettiğine işaret ederek, kültürlerin, siyaseti ve geleceği tanımlayan şeylerin, mekanlara nüfuz etmiş bir ruh ve şehirlerde mahallelerde tecessüm etmiş bir kültürle alakalı olduğunu ifade etti.
“Referans noktası bence İstanbul olurdu”
Kadimde, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve bunların tam ortasında Anadolu’da hep çok kültürlü hayatın söz konusu olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Semerkant’a gittiğimde, 1993 yılında ilk kez, Semerkand’daki Yahudi mahallesine, Buhara’daki Yahudi mahallesine uğradığımda, İstanbul’daki sinagogların, Yahudilerin havasının orada da olduğunu görmüştüm. Ama Sermerkand’ın İslam kültürünün de bütünüyle İstanbul’a taşınmış olduğunu görürsünüz. Aynı şekilde Hristiyanlığın her mezhebi, Balkanlar’da, nasıl Saraybosna’da yan yana yaşamışsa Katoliklik, Ortodoksluk, İslam iç içe, komşu halinde, asırlarca bir arada yaşamışsa ya da Üsküp’te bir mahalleye gittiğinizde yine yan yana, Yahudi, Müslüman, Hristiyan kültürlerini yaşar görmüşseniz, aslında bir referans noktası alınsa referans noktası bence İstanbul olurdu. İstanbul, kültürlerin medeniyetlerin, inançların, bizim Anadolu tabiriyle kilim deseninin armonisi uyumu içinde yaşadığı bir ulu şehir.”
Seneler önce bir toplantıda, Anadolu coğrafyasına ve özelde Türklere dönük çok kültürlülüğe müsamahakar değilmiş gibi kanaat uyandırılmaya çalışıldığında, muhatabı olan aydın ve din adamlarına, “bugün eğer çok kültürlülüğün yan yana yaşadığı bir şehre gitmek istesek aynı mekanda aynı sokaklarda nereye giderdik” şeklinde bir soru sorduğunu anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Londra’ya mı, Paris’e mi, Berlin’e mi, New York’a mı yoksa İstanbul’a mı, Üsküp’e mi, Saraybosna’ya mı ve Anadolu’nun hemen hemen her şehrine mi, İzmir’e mi? Hangi şehri seçerseniz seçin, o şehrin dokusunda bizim ortak tarihimizden gelen yansımalar bulursunuz. Bu sadece bir mimari yansıma değildir. Sosyal bir yansımadır. Bugün insanlığa örnek teşkil edecek şekilde birbirlerinin dini günlerine saygı sebebiyle Ramazan’da açıkta yemek yemeyen gayrimüslim dostlarımız olduğu gibi yine Musevi, Hristiyan geleneklerine uyarak onların özel günlerinde özel ikramlarda bulunan Müslümanlar da yan yana yaşadılar. Bu bizim kültürümüz. Tabii bu kültürde kırılmalar yaşandığı dönemler de oldu. Artık hepimiz çok açık yüreklilikle bu tarihle bu tecrübelerle yüzleşmekten kaçınmamalıyız. Yani 6-7 Eylül olaylarını acılarını bizim unutmamız mümkün değil. İstanbul sokaklarındaki o görüntüleri, bugün herhangi birinin tasvip etmesi de mümkün değil.”
“Neden Selanik’te yaşayan cami yok”
Davutoğlu, Balkanlar’a, Atina’ya her gittiğinde, “Bu acıları gelin beraber paylaşalım, konuşalım” dediğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Neden, Selanik’te, mimari olarak cami var da hiç yaşayan cami yok, ibadet edilebilen? Niye İstanbul’da bazı kiliseler, cemaatsizlik sebebiyle kapanıyorlar? Öğretim üyeliğim esnasında İstanbul tarihini anlatmak için öğrencilerimi Karaköy’e götürürdüm. Oradaki Musevi sinagoglarda, kiliselerde, Arap Cami’sine götürürdüm, o kültürü göstermek için. Birçoğunu önceden haberdar eder ancak anahtarla gelir açarlardı. Çünkü yaşayan cemaat neredeyse kalmamıştı. Tabii toplumsal gelişmelerin de bunda payı var. Oralarda yaşanılan mekan olmaktan daha çok ticari mekanlar haline dönüşmesi ama her yer, açık söylemek gerekirse 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan acılarla fakirleşti, çoraklaştı. Balkan şehirleri, Müslümanlardan, Türklerden uzaklaştı, koptu. Anadolu şehirleri, Rum, Ermeni, Musevi topluluklarını kaybetti.”
“Tekrar kaynaşmanın vaktidir”
“Bizim açık yüreklilikle, önümüzde iki yol olduğunu, bütün Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da hep paylaştım, paylaşıyorum, tekrar kaynaşmanın vaktidir” ifadesini kullanan Davutoğlu, şunları söyledi:
“Şehirleri, Müslüman, Hristiyan, Musevi şehirler hatta Sünni şehirler gibi, Türk, Arap, Kürt şehirler, Rum şehirler gibi bölmek yerine, tarihte olduğu gibi hepimizin ortak mekanları haline getirmek durumundayız. Bu kırılmaların yaşanmasında, dışlayıcı kültürün büyük tesiri oldu. Dışlayıcı, ötekileştirici kültür, bir müddet sonra neyi kaybettiğini fark etmeden aslında tarihin sahnesinden belli aktörleri aldı, götürdü, çıkardı. Büyük acılar yaşandı. Buna direnenler de çıktı, bunun için çaba sarf edenler de.”
“İlk Ermeni romanının Türkçe yazılmış olduğunu unutmamamız lazım”
Davutoğlu, “Tarihin acı hatıralarını anmak yerine onları hiç unutmadan onlarla yüzleşmekten kaçınmadan adil bir hafızayı, hepimizin acılarını paylaştığımız, hepimizin sevinçlerini ve güzel tarihi geçmişi andığımız ortak bir kültürü oluşturmak durumundayız. İlk Ermeni romanının, Türkçe yazılmış olduğunu unutmamamız lazım. Aynı şekilde güzel Türk musikisine Ermeni boyutunun ne kadar büyük katkılar yaptığını gözardı etmemek lazım. Musevi, Rum kültürlerinin bizim kültürümüz içinde nasıl bir harmanla yaşadığını hiç unutmamız lazım. Bunlar bizim tarihimiz” diye konuştu.
“Acılar, hep gözümüzün önünde olmalı ama o acılardan hep beraber güzel bir gelecek inşa etmek de elimizde” diyen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ben bu geleceğin yine bu topraklardan, Anadolu’dan, İstanbul’dan inşa edileceğine derinden inanmış biriyim. Dolayısıyla sizlerle bir araya gelirken, bir başbakan olarak sizlere hitap etmenin ötesinde bu ortak geçmişi paylaşan güzel geleneği hala sürdüren derneklerimizin, vakıflarımızın, sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcileri olarak sizlerle geleceğe dönük perspektifimizi, vizyonumuzu paylaşmak istiyorum: Atina’ya gittiğimde, İstanbul’dan göç eden Rumlarla buluştuğumda, herkes şaşırmıştı. Ne kadar büyük muhabbetle karşılandığımı hatırlıyorum. Onlara da söyledim, daha sık gelin İstanbul’a. Aynı şekilde Balkanlar’dan muhaceret ile kopmuş Türklerin de oralara gitmesi lazım. Amerika’ya, Avrupa’ya yaptığım birçok ziyarette, hep oradaki Ermeni kiliselerini ziyaret etme arzusu içinde oldum, Musevi cemaati ile toplanmak, görüşmek arzusu içinde oldum, çünkü bunlar bizim kadim kültürümüzün devamı.”
“Dışlanmaların yaşandığı dönem geride kaldı”
Davutoğlu, şöyle dedi:
“Kırılmaların yaşandığı dönem, dışlanmaların yaşandığı dönem geride kaldı. Eminim 12 yıldır, Türkiye’de bu anlamda nasıl özgürlükçü anlayışın, yeni bir anlayışın inşa edilmekte olduğunu görüyorsunuz. Biz yeni Türkiye derken bütün bu dışlanmışlıkların, bütün bu ötekileştirme çabasının, iç tehdit algılanmaların sona erdiği bir Türkiye anlayışıyla bunu söylüyoruz. Bu masayı, bu anlamda beraberce yeni Türkiye’nin, sadece yeni Türkiye’nin değil yeni Balkanların, yeni Ortadoğu’nun, yeni Kafkaslar’ın inşa edileceği bir ortak sohbet halkası olarak görüyorum.”
”Azınlık kavramını sosyal hayatta ortadan kaldırmaya kararlıyız”
Yeni nesillerin, yeni bir anlayışla iki şey üzerine gelecek inşa etmesinin önemli olduğunu belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:
”Birisi o kadim geleneği temsil eden tarihimiz, ortak tarihdaşlığımız, ikincisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eşit vatandaşları olmaktan gelen ortak vatandaşlık bilincimiz. Kim ki tarihimizi, ortak tarihimizi reddedecek şekilde belli kültürleri, dini gelenekleri dışlar, ötekileştirir, aslında kendi geleneğine de ihanet etmiş demektir. Kim ki vatandaşlık kimliğinin ötesinde salt azınlık kavramı üzerinden bir şekilde vatandaşlar arasında ‘esas vatandaş’, ‘ikinci sınıf vatandaş’ ayrımı yapar, o devletin temeline dinamit koymuş olur. Ben size Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak ilk defa bu ölçekte bir araya gelmemiz dolayısıyla, şunu açık yüreklilikle ifade etmek isterim. Biz o ortak tarihimizin en güzel şekilde yeniden canlanmasını siyasetimizin, kültürümüzün bir zarureti olarak bir gerekliliği olarak görüyoruz.
Dolmabahçe’de bir araya geldiğim dini liderlerine de ifade ettiğim gibi azınlık kavramını, bazı uluslararası hukuk metinlerinde Lozan’da olabilir ama sosyal hayatta ortadan kaldırmaya da kararlıyız.”
”Siz bu toprakların asli çocuklarısınız, dışarıdan gelmediniz, dışarıya gitmeyeceksiniz” diyen Davutoğlu, bu geleneklerin, bu topraklarda yaşadığını, bu topraklarda da yaşamaya devam edeceğini vurguladı.
Başbakan Davutoğlu, ”Bu bilinçle hep beraber asli unsur olduğumuza inandığımızda, bütün o acı hatıraları ya da bugünkü dışlanmışlıkları aşabiliriz ve Avrupa’da son dönemde, Avrupa başkentlerinde görülen o ırkçı, dışlayıcı yaklaşımlara karşı da Türkiye’de güzel bir model oluşturabiliriz” şeklinde konuştu.
”Aidiyet bilincini geliştirmek sizin, korumak bizim görevimiz”
Kendisinin hep bu tür konularda ”psikolojik, sosyal, kültürel, hukuki” olmak üzere 4 boyut olduğuna inandığını ifade eden Davutoğlu şunları belirtti:
”Psikolojik boyutun temelinde şu var: Asli, oralara ait olma, aidiyet bilinci. O aidiyet bilincini geliştirmek, sürdürmek sizin göreviniz. O aidiyet bilincini korumak bizim görevimiz, devlet olarak. Aidiyet bilincini sağlamlaştırmak, her şeyden önce bu topraklarda her vatandaşın eşit haklara sahip olduğu inancının kökleşmesiyle mümkündür. Çarpıcı birçok örnekte bunu gördük. Dışişleri bakanı olduğumda, dini liderlerin yurtdışına gittiğinde özel bir protokol uygulanmadığını fark ettiğimde verdiğim ilk talimat bu oldu. Diyanet İşleri Başkanımız, Rum Ortodoks Patriği, Ermeni, Süryani, Musevi liderler dışarıya gittiklerinde bana gösterdiğiniz saygıyı göstereceksiniz dedim. Çünkü onlar hem o tarihi geleneği temsil ediyorlar. Hem de bugünkü vatandaşlarımızın manevi önderleri olarak saygıya muhataptırlar”
“Hepsiyle görüşmek geleceğimizi inşa etmemiz bakımından elzemdir”
Hiç kimsenin şu veya bu gerekçeyle dışlanmasına rızalarının olmadığını ve olmayacağını belirten Başbakan Davutoğlu, “Mavi Marmara olayı olduktan sonra New York’tan Türkiye’ye döndüğümde, özellikle Musevi cemaatindeki tedirginlik bana ifade edildiğinde, Ankara’ya indiğimde dışişleri bakanı olarak verdiğim ilk demeçte, başkalarının suçları dolayısıyla hiçbir şekilde kolektif bir suç anlayışıyla kimse izam edilemez, hele hele bizim vatandaşlarımıza dönük en ufak önyargılı yaklaşım, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel vatandaşlık anlayışını anlamamak olur, onların hepsi bizim vatandaşımızdır’ deme ihtiyacı duymuştum” diye konuştu.
Davutoğlu, “Kimseye bizim geleneğimizde kolektif bir anlam yüklenmez. Hiçbir gruba, kesime. Kolektif bir anlam yüklenecekse bu kolektif bilinç, psikolojik boyut itibarıyla bu toprakların temelinde vardır” değerlendirmesinde bulundu.
“Şunu tam da bu 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan kırılmalar dolayısıyla Türkiye’den yurt dışına giden hangi kökenden olursa olsun tarihdaşlarımız, vatandaşlarımız, ne zaman yurt dışına gitsem onları Türkiye’ye davet ederim” ifadesini kullanan Davutoğlu, “Bu 1915 olayları dolayısıyla da olsa 6-7 Eylül olayları dolayısıyla da olsa hangi gerekçeyle olursa olsun onların dönüp baktıkları bir kaynak olarak Türkiye her zaman onlar için aidiyet bilincinin hissedildiği bir yer olarak görülmesine önem veririm” değerlendirmesinde bulundu.
Başbakan Davutoğlu, “Hep de söyledim, şimdi de başbakan olarak söylüyorum. Onlar bizim diasporamızdır, hiçbir şekilde yabancı diaspora değil. Hepsiyle görüşmek, konuşmak, bizim geleceğimizi inşa etmemiz bakımından elzemdir” diye konuştu.
AK Parti iktidarları döneminde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde, bu psikolojik aidiyeti göstermek bakımından, tabuları yıkan, devrim mahiyetinde adımların atıldığını vurgulayan Davutoğlu, “Birçok buluşmalar, bütün dini cemaatlerle buluşmalar, toplantılar, sağlanan imkanlar, elhamdülillah, eminim sizlerin şu anda böyle bir psikolojik bakımdan herhangi bir olumsuz intiba içinde olmadığınızı görmekten büyük mutluluk duyuyorum” ifadesini kullandı.
“Psikolojik önyargıları kırmadan dünyada barışı inşa edemeyiz”
Hrant Dink’in vefat ettiği, katledildiği günü hatırladığını dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti:
“O gün ne kadar derin bir üzüntü duyduğumu, kendisiyle birçok akademik toplantıda bir arada olmak sebebiyle yakından da tanıdığım ve bir Anadolu yüreği taşıdığını bizzat bildiğim için çok büyük üzüntü duymuştum. O zaman Sayın Başbakanımıza, şimdiki Cumhurbaşkanımıza ve Dışişleri Bakanımıza, bir önceki cumhurbaşkanımızla istişare edip, bütün Ermeni diasporasının temsilcilerini Türkiye’ye davet etme kararı almıştık. Nedendi biliyor musunuz? Hem Hrant Dink’in hatırasına duyduğumuz saygı hem böyle bir saldırıya karşı ortak tavır arayışı ama onun kadar bazı önyargıları kırmak. Psikolojik önyargıları kırmadan dünyada barışı inşa edemeyiz. Suçlu olduğu ortaya çıkmamış kimseyi, herhangi bir toplu, suçlu gibi ilan ederek dünyada barışı inşa edemeyiz. Ve o cenazenin nasıl büyük bir tabu kırıcı rol oynadığını hepimiz gördük.”
Dink’in öldürülmesi dolayısıyla bu yıl yayınladıkları açıklamayı anımsatan Davutoğlu, “Geçen sene Sayın Cumhurbaşkanımızın 24 Nisan vesilesiyle yaptığı açıklama da başbakan olarak yaptığı açıklama tarihte bir ilkti. Bir çağrıydı. 2005 yılında Meclis’te yaptığımız çağrı da bir çağrıydı. Bunların hepsi sıradan deklaratif sözler ve tutumlar değil, yeni bir dönemin işaretleri. Yeni bir psikolojinin başlamakta olduğunun işaretleri. İşte aidiyet bilincimiz bu anlamda yeniden inşa edildiğinde eminim hem tarihdaşlığı hem vatandaşlığı tekrar tekrar keşfedeceğiz” değerlendirmesinde bulundu.
“Herkes içine kapandığı mahallelerden çıksın ve komşusuna selam versin”
“Sosyal boyut itibarıyla, bu tür Balkanlar’daki Türk nüfusa gittiğimde de görüyorum. Bazen yaşanan olumsuz tecrübeler ya da başka gerekçelerle sosyal olarak bir içe kapanma eğilimi olur bazen dini cemaatlerde, azınlık hali olmuşsa” diyen Davutoğlu, “Buradan ortak kültürümüze çok derin katkılar yapmış birçok dostumuzu masa etrafında görmekten büyük mutluluk duyuyorum. Lütfen bu yeni anlayışta, yeni Türkiye’de kendi sosyal mahallelerimizden çıkalım, herkes mahallesinden çıksın. Bu çağrıyı ben hep yapıyorum. Türkiye’de, Müslüman kesimler arasında, birtakım mahalleler var. Herkes kendi sosyal, içine kapandığı mahallelerden çıksın ve komşusuna selam versin” diye konuştu.
Her dinde selamın “barış” olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:
“O barışı, Ortadoğu’da şu veya bu gerekçeyle orada yok diye, İstanbul sokaklarında olmayacak demek değil bu. İstanbul sokaklarında olacak. Çünkü biz hiçbir zaman dışlama üzerine bir kültürün dayandığı şehirlerde yaşamadık. Avrupa’da ne zaman, kimler bir baskıyla karşılaşmışsa sadece 1492 Yahudilerin, Musevilerin İspanya’dan gelişi iyi bilinir ama onun dışında 19. yüzyılda Macar milliyetçileri de Polonyalılar da bir yön aradıklarında, bir sığınılacak yer olarak İstanbul’a gelmişlerdi. Şimdiki Suriyelilerin, Suriye’den gelen Süryanilerin, Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin geldiği gibi. Sosyal boyutu yeniden inşa etmemiz lazım.”
Lisede bir Rum arkadaşı olduğunu, hala adını ve numarasını hatırladığını belirten Davutoğlu, İstanbul Lisesinde okurken birbirlerinin dini ya da etnik kimliği üzerinden bir dostluk inşa etmediklerini anlattı.
Davutoğlu, “Şimdi bu dönemde tam da herkesin içine kapandığı, kendi mahallesine sığındığı ve PEGIDA gibi Almanya’da Müslümanların dışlandığı, Müslümanlardan arınmış bir Avrupa gibi bir fikrin ortaya çıktığı dönemde biliniz ki şu veya bu dini topluluklardan arınmış bir Türkiye’yi kim yapmak isterse onların karşısında önce biz dururuz” görüşünü bildirdi.
“Kendisini yabancı, dışarıda görmemesi yönünde kesin tutumumuz var”
Sosyal olarak tekrar iyi komşuluk bağlarını, yanı başlarında bulunanlarla iyi ilişkiler içine girmeyi geliştirmeleri gerektiğini dile getiren Davutoğlu, “Üçüncü bir boyut var ki kültürel boyut. Bütün o güzel kültürel gelenek içinde hep ortak mirası paylaştık. Mimariden musikiye, sofradan, yemek kültüründen edebiyata kadar, diplomasiye kadar” ifadesini kullandı.
Bu kültürel bağları inşa anlamında da çok önemli adımlar attıklarına işaret eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye’de 10 sene önce, 12 sene önce herhalde ‘Ermeni araştırmaları merkezi kurulacak üniversitelerde’ denseydi, pek bu olabilecek bir şey değil yakın zamanda diye düşünürdü. Şu anda 6, 7 üniversitemizde Ermeni araştırmaları merkezi var, Nevşehir’de, Ardahan’da, Trakya Üniversitesinde, Ankara’da üç üniversitede. Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi. Bu başlı başına bir değişimin işareti. Aynı şeklide Süryani araştırmaları merkezi var. Mardin’de, Batman’da, Siirt’te.”
Davutoğlu, geçen yıl Mor Gabriel ile ilgili sorunu da çözdüklerine dikkati çekerek, bu anlamda gelecek dönemde bu kültürlerin yaşatılması ve daha iyi tanınması için her türlü adımın atılacağını bildirdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığının artık Ermenice filmlere destek sağladığını belirten Davutoğlu, Bakanlığın birçok faaliyetinde bu çalışmaların açık şekilde ortaya konulduğunu ifade etti.
Başbakan Davutoğlu, aidiyet bilinci, sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi, kültürel mirasın korunması ve buna bağlı olarak alınacak hukuki tedbirler, çok sayıda hukuki düzenlemeler yapıldığını anlattı.
Bunlardan en önemlisinin vakıf mallarının iadesi olduğunu belirten Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
“Şu ana kadar 365 vakıf malı gayrimüslim vakıflara iade edildi. Birçoğu iade sürecinde. Şunu karşılaştırma yapmaksızın söylüyorum, hiçbir başka ülkede böyle bir tecrübe yaşanmadı. Biz bir karşılık da beklemedik buradan. ‘Yunanistan da yapsın da biz de Rum vakıflarına verelim’ demedik. Türk vakıfları Yunanistan’da hiçbiri iade edilmedi, hiçbir adım atılmadı ama mütekabiliyet beklemedik. Çünkü bütün o geleneğin merkezi İstanbul, biziz. Başkasının yanlışları üzerinden bir mütekabiliyet gerçekleştirmeyiz. Burada Yunanistan’ı eleştirmek için söylemiyorum, bizim mütekabiliyet beklemediğimizi göstermek için söylüyorum.”
Davutoğlu, birçok hukuki düzenleme de yaptıklarını bildirerek, “Bizim bu anlamda hukuki bakımdan hiçbir derneğimizin, vakfımızın kendisini yabancı, dışarıda görmemesi yönünde kesin bir tutumumuz var” diye konuştu.
“Kiliselere, sinagoglara katkılar yapılması da zemin buldu”
İmar Yasası’nda, Belediyeler Kanunu’nda “cami” yerine “ibadethane” tabiri konularak oralara yapılacak katkıların yasal zemininin hazırlandığını anlatan Davutoğlu, “Belediyeler Kanunu’nda yapılan değişiklikle yine kiliselere, sinagoglara katkılar yapılması da zemin buldu. Süryani cemaatinin talebi üzerine de İstanbul’da Süryani cemaatinin gidebileceği bir kilisenin inşasına izin veriyoruz” dedi.
Trabzon Sümela Manastırı’nda, Akdamar’da Rum ve Ermeni cemaatlerine imkanlar tanındığını da belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Daha da bu anlamda atılması gereken, talepleriniz söz konusu olduğunda, bu talepler, biliniz ki eşit vatandaşlık ilkesi ve kadim kültürümüzde söz konusu olan ve kadim kültürümüzün temelini teşkil eden karşılıklı saygı esasında bunlar ele alınacaktır. Hiçbir şekilde hiçbir hukuki çerçeve ihmal edilmeksizin sizin kendi içinizdeki cemaat prosedürlerinize de saygı göstererek, birçok seçimlerin yapılması da dahil, onları mutlaka konuşacağız, hukuki sorunlarınız olduğunda katkıda bulunabiliriz ama kendi sorunlarınızı da kendiniz çözecek şekilde bir olgunluk içinde bunların sizin tarafınızdan ele alınacağına eminiz. Bu akşam, Başbakan olarak görev aldıktan sonra birçok toplum kesimimizle bir araya geldiğim gibi sizlerle de Türkiye’deki gayrimüslim vatandaşlarımızla dikkat edin azınlık demeden söylüyorum, gayrimüslim vatandaşlarımızla onların cemaat, dernek temsilcileriyle bir araya gelerek bu güzel akşamda onlarla bu geleneği ihya edecek bir bilincin yaygınlaşması konusunda istişarede bulunmak bana büyük bir zevk ve onur vermiştir. Davetimi kabul ettiğiniz için ve buraya gelerek, bu istişareye imkan tanıdığınız için teşekkür ediyorum. Selamlarınızı bütün cemaat vakıf ve derneklerinize iletmenizi rica ediyorum.”
Notlar
Yemeğe Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eşi Sare Davutoğlu’nun yanı sıra Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık, AK Parti Artvin Milletvekili İsrafil Kışla katıldı.
Yemekte arasında Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Başkanı Bedros Şirinoğlu, Üsküdar Surp Harç Ermeni Okulu Vakfı Başkanı Toros Alcan, Şişli Karagözyan Ermeni Yetimhanesi Vakfı Başkanı Dikran Gülmezgil, Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh, Rum Vakıfları Derneği Başkanı Andon Parizyanos, Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin, Keldani Katolik Kilisesi Vakfı Başkanı Yusuf Basmacıoğlu, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan, ressam Lolita Asil’in de bulunduğu gayrimüslim 40’a yakın temsilci yer aldı.
Başbakan Davutoğlu, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in rahatsız olduğu için yemeğe katılamayacağını bildirdiğini belirterek, Dink’e geçmiş olsun dileğinde bulundu.
Davutoğlu’nun konuşmasının ardından yemeğin basına kapalı özel oturum bölümüne geçildi.