Hürriyet Gazatesi yazarı Osman Müftüoğlu’nun yazısına göre;
Bazı kanserler genetik mirasla da doğrudan bağlantılı. Mesela meme ve yumurtalık kanseri böyle hastalıklar. BRCA1 veya BRCA2 genlerinde mutasyon olanlarda meme ve yumurtalık kanseri görülme riski daha yüksek. Bu kişiler ne kadar iyi korunurlarsa korunsunlar meme ve yumurtalık kanserine yakalanma ihtimallerini % 90’ların altına düşüremiyor. Böyle olduğu için de bazı kadınlar bu tür genetik bir mutasyonun varlığını öğrendiklerinde radikal bazı kararlar alma yoluna gidebiliyor. Amerikalı ünlü bir film yıldızının önce memelerini, sonra da yumurtalıklarını aldırmasının nedeni de zaten bu. Doğru mu yaptı? Bilmiyorum! Özeti şu: Kanserlerin bazıları genetik mirasla ilişkili. İşte bu nedenle “Aile hikâyenizde kanser var mı, varsa hangi kanserler daha yoğun, hangileri daha sık görülmüş?” öğrenmenizde fayda var. Unutmayalım ki “tedbir tedaviden daha etkili, kolay ve ucuz bir seçenektir.
LİSTEDE BAŞKA HANGİ KANSERLER VAR?
Kanser-gen ilişkisi söz konusu olduğunda o listeye kalınbağırsakve prostat kanserleri ile tiroidkanserlerini de eklemekte fayda var. Tiroidin özellikle medüler kanseri tipinde genetik risk yüzde yüzlere kadar çıkabiliyor. Neyse ki medüler tiroid kanserlerine çok seyrek rastlanıyor. Sık görülen papilertiroid kanserinde ise genetik risk daha az, yüzde seksenler civarında kalıyor. Böyle olduğu için de kardeşlerden ya da anne-babalardan birinde papiler kansere rastlandığında tedbir olarak diğer aile bireylerindeki nodüller –özellikle soğuk ve tek nodüller- daha yoğun takibe alınıyor.
KAROTEN ZENGİNİ MEYVE VE SEBZELER HANGİLERİ?
KAROTENLERİN hepsi birer sağlık mucizesi. Onlara “sarı mucizeler” de diyebiliriz. Ama içlerinde tam tersine sarı değil kırmızı olanları da var. Sarı olanlar daha ziyade betakaroten ve lütein zengini, kırmızı olanlarsa likopen içeriyor. Havuç, kabak, balkabağı, kayısı, yerelması betakaroten ve lüteinden, domates, karpuz, kırmızı greyfurt ise likopenden zengin karoten kaynakları.
İYİ BİLGİ
HAPI MI KENDİSİ Mİ
ZERDEÇAL sağlık yararlarını bilmeyen kalmadı, onun marifetlerini sağır sultan bile duydu. Özellikle antienflamatuar yani yangı giderici etkisi nedeniyle zerdeçal romatizma ağrıları çekenlerin gözdelerinden biri oldu. Ne var ki zerdeçal çoook nazlı bir baharat. Bağırsaklardan öyle kolay kolay emilmiyor. Yiyeceklerinize ilave ettiğiniz zerdeçal tozunun içindeki aktif madde kurkuminlerin emilim oranı % 3-5’i geçmiyor. Emilimi arttırmanın en kolay yolu zerdeçalı zeytinyağı ve karabiberle karıştırmak. Daha önce de yazdım, tekrarlayayım: “1/4 çay kaşığı zerdeçalı bir tutam karabiber ve yarım çay kaşığı zeytinyağı ile karıştırın. Bir güzel ezin ve bu “sos”u çorbalarınız, salatalarınız veya sebze yemeklerinize ekleyin.”
İŞE YARAMIYOR
Peki zerdeçal haplarını yutsak olmaz mı? Bu konuyu daha sonra uzun uzun anlatacağım ama şimdilik şu bilgiyi bir kenara not edin: Büyük ümitlerle yuttuğunuz zerdeçal haplarının % 90’ı hiçbir işe yaramıyor. Paranız, emeğiniz, umudunuz boşa gidiyor. Dedim ya zerdeçal emilimi çok zor bir madde ve onu emilebilir hale getirmek için ciddi bazı teknolojilere ve farmosotik inceliklere ihtiyaç var.
İYİ BİLGİ
NEDEN ZENCEFİL?
ZENCEFİLİ çoğumuz yalnızca “midevi” özellikleri nedeniyle tanır, sever, kullanırız. Oysa zencefil kökü de çok güçlü bir antienflamatuar (iltihap/yangı giderici/baskılayıcı) ve antioksidan. Yani güçlü bir paslanma önleyicisi. Bazı kanser oluşumlarına karşı da etkili olduğunu ve kanser sürecinde yeni kan damarlarının oluşumunu azalttığını gösteren bulgular da var. Zencefilin kanser konusundaki bir başka marifeti de şu: Demlenmiş zencefil, kanser hastalarında kemoterapi ya da radyoterapi uygulamalarının yol açtığı bulantıyı azaltmada da işe yarıyor. Zencefili demlemek için küçük bir zencefil parçasını dilimleyin ve 10-15 dakika süre ile kaynar suda tutun. Daha sonra sıcak ya da soğuk olarak içebilirsiniz.
KAYNATMAKTAN KAÇININ
LAHANA ve yol arkadaşları (!) yani “lahanagiller ailesi” sağlık açısından çok farklı marifetlere sahip. İçinde karnabahar, brüksel lahanası, brokolinin de yer aldığı bu ailenin üyelerinin hemen hepsi iki güçlü antikanser molekülden SÜLFORAFAN ve İNDOL-3-KARBİNOLLERDEN çok zengin. Bu ikili bir taraftan kanser adayı hücrelerin kansere dönüşmesini engellerken, bir taraftan da kanserleşmiş hücreleri intihara teşvik ediyor. Ayrıca kanserin yayılmasını hızlandıran “yeni damar oluşumu” süreçlerini de durdurabiliyor. Bitmedi! Bu iki doğal mucize bileşiğin kanserojen bazı maddeleri de bedenden uzaklaştırdığı anlaşılıyor. Kısacası lahanadan da, karnabahardan da ve eğer seviyorsanız (ben sevmiyorum, çünkü çok lezzetsiz) brokoliden de olabildiğince sık faydalanmamız lazım. Ama kaynatmamak koşuluyla. Çünkü yüksek ısıda kaynatıldığında bunların içindeki bu iki mucizevi molekül yok olabiliyor. Peki, ne yapacaksınız? En doğrusu çiğ olarak afiyetle yemek. Eğer pişirmek istiyorsanız buharda pişirin ya da biraz zeytinyağı ekleyerek kızartma tenceresinde hızla çevirin.
BELLEĞİ KEMİREN İLAÇLAR HANGİLERİ?
ÖZELLİKLE uyku verici, stres azaltıcı, depresyonu engelleyici, alerjik reaksiyonları baskılayıcı ilaçların kullanımındaki artışla bellek bozuklukları arasında dikkati çeken bir ilişki var. Bilhassa yaşlı insanlarda bazı ilaçlar belleği ciddi biçimde bozup bunamaya kadar gidebilen tatsız bazı süreçleri tetikleyebiliyor. Bu nedenle kullanacağınız her ilacı derinlemesine sorgulamanız, doktorlar yazmış olsa da “Belleğim bundan zarar görebilir mi?” sorusuna yanıt aramanız lazım. İşte birkaç örnek: Depresyon tedavisinde kullanılan amitriptilin, imipramin, Parkinsontedavisinde kullanılan benzotropin, ruhsal gevşetici olarak kullanılan benzodiyazepinler, alerjiyi baskılama amacıyla kullanılan antihistaminikler… Bunların hepsinin ortak özellikler “antikolinerjik” etkiye sahip olmaları. Uzmanlar antikolinerjik etkiye sahip bu gibi ilaçları kullananların en az dörtte üçünde bilinçsel bozuklukların oluştuğunu söylüyor. U-N-U-T-M-A-Y-I-N! Her ilaç iki ucu keskin bir bıçaktır. Doğru yerde, doğru zamanda ve dozda kullanılınca hayat kurtarabilen bir ilaç bilinçsiz kullanıldığında ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Kısacası bazen “hap yutmak” beklenenin aksine “hapı yutmak” sürecine de dönüşebilir. Bazen de “hapı yutmamakta ısrar etmek” hasta biri olarak kalmak hatta hayata veda etmekle örtüşebilir. Dikkatli olmak lazım.
ÇARESİZLİK DUYGUSU TRAVMATİK BİR DURUMDUR
BEDENİN de, ruhun da karşılaşabileceği farklı travmalar var ve her travma bedende de, ruhta da ciddi izler bırakıyor. Ama nedense “duygusal travmalar” hep ikinci planda bırakılıyor. Oysa bunların da ciddi sonuçları var, birçok hastalığın arka planında o travmalar rol alıyor. Eğer zamanında fark edilip doğru teşhis konulabilirse travmalar beyin tarafından adeta absorbe edilip saklanıyor. Peki çare ne? Çare var! Yeter ki siz onunla doğru biçimde buluşmayı ve konuşmayı bilin. Korkmadan, çekinmeden yüzleşin. İyileşmesi için gerekeni yapabilmeyi becerin. Duygusal travmalar hepimizi birkaç gün rahatsız edebilse de beynin şifa yetisi anında devreye giriyor. Tıpkı bir yaranın iz bile bırakmadan kapanması gibi beyin de o duygusal yaraları iz bırakmadan iyileştirebiliyor. Beyin böyle bir güce ve bu işi gerçekleştirebilecek mükemmel doğal mekanizmalara sahip.