Harmoon Çağdaş Araştırmalar Merkezi, Suriye TV ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) ev sahipliğinde düzenlenen, “Daha İyi Bir Gelecek İçin Ortak Vizyon” başlıklı 1. Türkiye-Suriye Medya Buluşması, Sheraton İstanbul City Center’da başladı.
Forumun açılışında konuşan İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, forumun hayırlara vesile olmasını diledi. Suriye halkının demokrasi, özgürlük ve insanca bir hayat talebiyle sokaklara çıkmasından bu yana yaklaşık 9 yıl geçtiğini anımsatan Altun, kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış Suriye’nin, barışçıl gösterileri şiddetle bastırma çabaları neticesinde bugün savaş, katliamlar, terör ve açlıkla anılan bir yer haline geldiğine dikkati çekti.
Demokratik toplumsal hareketlerin Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında otoriter rejimlerin kalbine korku saldığı o dönemde sınırların güneyinde ağır bir kıyım yaşanmaya başlandığını hatırlatan Altun, “Ne acıdır ki bu kıyım süreci, 2013’te Mısır’da yaşanan darbe başta olmak üzere bir dizi antidemokratik, olumsuz gelişmenin de öncülü oldu.” diye konuştu.
Bugün Suriye krizine dair üç yaklaşım bulunduğunu ifade eden Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye’nin de benimsediği birinci yaklaşıma göre Suriye’de yaşanan krizin sebebi, rejimdir. Esed rejimidir. Dolayısıyla rejim devre dışı bırakılmadan kalıcı barışın sağlanması mümkün değildir. İkinci bir yaklaşıma göre, Suriye’de rejim değişikliği tali bir meseledir. Bu yaklaşımı savunanlara soracak olursanız en önemli konu, Suriye kaynaklı terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Üçüncü yaklaşıma göre ise sorunun kaynağı, rejime karşı ayaklanarak insan gibi yaşamayı talep eden Suriye halkıdır. Esasında krizin bir türlü sona ermemesinin sebebi, birtakım aktörlerin ilk yaklaşımdan Türkiye’nin hala savunmaya devam ettiği o yaklaşımdan uzaklaşması olmuştur. Türkiye, bugün de Suriye sorununun kaynağında Esed rejiminin olduğunu açık ve net bir biçimde savunmaktadır. 2011 yılından itibaren Suriye rejiminin gayrimeşru iktidarını muhafaza etme gayretleri, yüz binlerce masum insanın ölümüyle neticelenmiş, bu durum Birleşmiş Milletler’in ifadesiyle ‘İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük insani krize’ sebebiyet vermiştir.”
“Kanlı terör örgütünün rejime payanda olduğunu biliyoruz”
Bu süreçte en az 6 milyon Suriye vatandaşının canlarını kurtarmak için ülkelerinden kaçmak zorunda kaldığını anlatan Altun, milyonlarca insanın güvenli olduğunu düşündükleri yerlere sığındıklarını kaydetti.
Suriye’de yaşanan insani krizin, 2015-2016 yıllarında Avrupa’nın kalbine ulaştığını, yaklaşık 1 milyon insanın, daha iyi bir hayat kurma hayaliyle fırtınalı denizler ve dikenli tellere göğüs gerdiğini dile getiren Altun, şöyle devam etti:
“Suriye krizinin bir başka olumsuz sonucu, terör örgütlerinin gerek otorite boşluğundan faydalanarak gerek şeytani aktörlerin kasıtlı ve bilinçli adımları neticesinde bölgemize yerleşmeleri olmuştur. Terörle mücadelede uluslararası koordinasyonun ve evrensel kriterlerin yokluğu, küresel iktidar mücadelesinin terör örgütleri aracılığıyla Suriye sahasında sürdürülmesine, 21. yüzyılın bu en kahpe silahının yine masum insanlara doğrultulmasına neden olmuştur. Yine bu süreçte ortaya çıkan DEAŞ terör örgütüyle bir yandan terör tehdidi küresel bir boyut kazanmış, öte yandan dış güçler bölgemizi yeniden dizayn etme arayışları için adeta bir fırsat yakalamıştır. Son olarak terör, hem Suriye halkını hem de Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerini tehdit etmek için kullanılan bir araca dönüşmüştür. Terör üzerinden bölgemiz dizayn edilmeye, terör üzerinden bölge ülkeleri adeta terbiye edilmeye çalışılmıştır. Tam da bu noktada özellikle vurgulamak isterim ki PKK/YPG eliyle Türkiye’nin sınırlarında kurulmaya çalışılan terör koridoru, meşru Suriye muhalefetinin sırtına saplanmış bir hançer işlevi görmüştür bütün bu süreç boyunca. Geniş geniş topraklar tek bir mermi dahi atılmadan terör örgütüne hediye edilmiştir. Biz elbette vatandaşlarımızı 40 yıldır hedef alan bu kanlı terör örgütünün nasıl her fırsatta rejime payanda olduğunu çok ama çok iyi biliyoruz.”
“Binlerce kilometrekarelik alan terör örgütlerinden temizlendi”
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bir yandan terörle mücadele ederken, öte yandan bölgeyi terörle mücadele kisvesi altında vekalet savaşlarının sahası haline getirmeye çalışanlara da engel olmaya çalıştıklarını anlattı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin DEAŞ ve PKK/PYD-YPG terör örgütleriyle mücadele etmek amacıyla sahaya muharip unsurlarını süren ilk güç olduğunu vurgulayan Altun, bu kapsamda sırasıyla Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları icra edilerek binlerce kilometrekarelik alanın terör örgütlerinden temizlendiğini bildirdi.
Gösterilen bu fedakarlık ve kararlılığın sadece teröre karşı tavizsiz mücadeleyi ve terörü kaynağında kurutma stratejisini göstermekle kalmadığını, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin vekalet savaşlarına bakışını da açık biçimde ortaya koyduğunu belirten Altun, “Önümüzdeki dönemde hem sahada hem de masada, yani diplomatik arenada vekalet savaşlarının sonlandırılması için var gücümüzle çabalamaya devam edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti, devleti ve milletiyle bu süreci çok yakından müşahede etmiş, Suriye krizinin etkilerini çok güçlü şekilde hissetmiş, geride bıraktığımız 9 yıl boyunca Suriye halkının, meşru Suriye muhalefetinin yanında olmuştur.” dedi.
Krizin başladığı günden beri Türkiye’nin komşularının barış, huzur ve istikrar içerisinde yaşamasını, insan onurunun gereği olan demokrasi, özgürlük ve insan haklarından tam olarak faydalanabilmelerini arzuladıklarını dile getiren Altun, şunları kaydetti:
“İstediğimiz buydu, mücadelemiz bunun içindi ve bunun için mücadele etmeye devam ediyoruz. Demokrasi için büyük fedakarlıklar yapmış, ciddi bedeller ödemiş bir milletin mensuplarıyız. Bu davranış bizim için bir mecburiyettir. Bu itibarla milletimizin Suriye krizine bakışı, siyasi hesapların değil, ideolojik bir tutumun değil, bir ahlaki duruşun yansıması olarak değerlendirilmelidir. Böyle değerlendirilmezse bu milletin, bu devletin Suriye meselesine neden böyle baktığı, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın neden Suriye meselesini çözmek için bu denli yoğun bir gayret gösterdiği anlaşılamaz. Ülkemizin, diğer aktörlerin aksine Suriye krizine tutarlı bir çerçeve içerisinde yaklaşabilmesinin sırrı da burada yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Suriye sahasında her zaman yalnızca kendi nam ve hesabına faaliyet gösteren, barış ve istikrar için gayret sarf eden, yapıcı bir aktör olmuştur. Başka güçler, sahadaki başka aktörler gibi birilerinden emir almamıştır. Demokrasi ve özgürlük talebini dile getiren Suriye halkına komşuluk ve kardeşlik hukukunun gereği olarak elimizden geldiğince destek olduk, olmaya da devam edeceğiz. Aynı zamanda sınırımızın güneyinde zaman içerisinde ortaya çıkan veya çıkarılan muhtelif tehditlerden, Suriye’nin komşusu olarak birinci derecede etkilendik, bu bağlamda bu kriz bizim ulusal güvenliğimiz açısından da bir tehdittir. Vatandaşlarımızı ve Suriye halkını bu tehditlerden korumak için gereken tüm diplomatik, insani ve askeri adımları atmaktan hiçbir zaman imtina etmedik.”
“İdlib’te yaşananları sineye çekmemiz asla mümkün değil”
Fahrettin Altun, Suriye’ye barış ve istikrarı getirebilecek yegane unsurun ancak Suriye halkının kendisi olduğu bilinciyle hareket ettiklerini belirterek, sınır komşusu olarak meşru hareketlere destek olma sorumluluğu ve zorunluluğunun gereğini yaptıklarını söyledi.
“Bugün de kendimiz için ne istiyorsak, Suriye’nin çocukları için de aynı şeyleri istiyoruz.” diyen Altun, bu hedefe ulaşmak için her zaman siyasi çözümün önemini vurguladıklarına dikkati çekti. Krizin sona erdirilmesi, komşuların huzura kavuşması için hangi aktörlerle konuşulması ve çalışılması gerekiyorsa tereddütsüz onlarla diyalog kanallarını açık tuttuklarını vurgulayan Altun, bu çerçevede Cenevre ve Astana süreçleri başta olmak üzere, birçok diplomatik çabaya katkı sunduklarını ve yol gösterdiklerini anlattı.
İdlib bölgesinde son günlerde yaşanan gelişmelerin, sahada ne kadar ciddi tehditlerle karşı karşıya olunduğunu açıkça ortaya koyduğunu kaydeden Altun, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Açıkça ifade etmek isterim ki, İdlib’de yaşananları sineye çekmemiz asla mümkün değildir. Kahraman askerlerimize namlusunu doğrultan teröristlerin kökü nasıl kazındıysa vatan evlatlarını şehit eden katillerden de bunun hesabı sorulacaktır. Bayrağımıza el uzatan Beşşar Esed’in, çok açık ve net bir şekilde ifade etmek istiyorum, gelecekteki yeri Suriye Başkanlık Sarayı değil, ancak ve ancak Lahey’deki Adalet Divanı’dır. Maalesef bugün Türkiye’nin bölgede ne işi olduğunu sorgulayanlar olduğunu üzülerek gözlemliyoruz. Dün PKK/PYD-YPG terör örgütünün Türkiye’ye tehdit oluşturmadığını iddia edip, teröristlerin yuvalandığı Afrin şehir merkezine girilmemesi için çağrılar yapanlar, bugün Suriye’de ne işimiz olduğunu sorgulamaktalar. Bu asla ve asla kabul edilemez. 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde Suriye’de terörle mücadele operasyonlarını engelleyenlerle bugün ‘Suriye’de ne işimiz var?’ diyenler arasında hiçbir fark yoktur. Israrla sordukları bu sorunun cevabı aslında çok açıktır: Türkiye olarak yalnızca kendi ulusal güvenliğimiz için değil, aynı zamanda bölgeye yönelik uzun vadeli şeytani kuşatma senaryolarını boşa çıkarmak için çalışıyoruz. Sınırımızda kurulmak istenen terör koridorunu Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarıyla niçin paramparça ettiysek bugün de aynı gerekçeyle İdlib’de bir oldubitti yaşanmasına engel olmaya çalışıyoruz, buna mecburuz. Sözde kantonları Güneydoğu illerimize taşıma, burada güya bir iç savaş ortamı yaratma projesine neden karşı çıktıysak, terör örgütlerinin içten ve dıştan kuşatmasına karşı ikinci bir istiklal mücadelesini neden verdiysek yine aynı gerekçeyle Suriye’deyiz ve yine aynı mücadeleyi veriyoruz. Bu bir varoluş mücadelesidir, bu bir beka mücadelesidir. Sadece ulusumuzun, milletimizin değil, bölgemizin, İslam dünyasının beka mücadelesidir.”
“Avrupa’nın güvenliği Türkiye’den başlar”
Fahrettin Altun, yeni dünya düzeninde sahada olmayanın masada da olmayacağını, ülke ve bölgenin kaderinin ayrıştırılamayacağını bildiklerini ifade etti.
“Hiç kimse Avrupa’nın güvenliğinin Türkiye’den başladığı gerçeğini göz ardı etmemelidir.” diyen Altun, 1 milyon mültecinin Avrupa’ya gitmesinin nasıl bir siyasi depreme yol açtığının hep birlikte görüldüğünü hatırlattı.
Bugün sadece İdlib bölgesinde 3 milyondan fazla insanın kısılıp kaldığına işaret eden Altun, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Sınırımızın hemen ötesinde başlayan süreç eğer hemen durdurulamazsa yeni ve daha büyük bir mülteci akını başlayacak, bu akın yoluna çıkan her şeyi önüne katarak Avrupa başkentlerine ulaşacak. Henüz 2016 yılında taahhüt ettiği 6 milyar avroyu ödemeyen, Türkiye’de bulunan 72 bin Suriyeli sığınmacıyı kabul etme sözünü tutmayan Avrupa’nın bugün ne yapacağı merak konusudur. Avrupa’yı yakından ilgilendiren bu insani sorunun çözümü için tek somut teklifin 3,5 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’den geldiğini müsaadenizle hatırlatmak isterim. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımız, Suriye krizinin ilk günlerinden itibaren uluslararası topluma bir güvenli bölge kurulması çağrısında bulunmuşlardır. Maalesef bu çağrının hiçbir karşılık bulmadığını görüyoruz. Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanımız, eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsünden ülkemizin güvenli bölge planını dünya liderleriyle paylaşarak destek çağrısında bulunmuştur. Biz Barış Pınarı Harekatı’nı da yaparken de sadece sınırımızdaki terör koridorunun bağrına hançer saplamadık, aynı zamanda güvenli bölge planımız için de elimizi taşın altına koyduk. Barış Pınarı Harekatı kapsamında Suriye’de yaşanan insani krizin son bulması için gerekli adımları atmaya çalıştık. Nitekim Fırat Nehri’nin doğusunda terör örgütlerine karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyon ile Tel Abyad ve Resulayn şehir merkezlerini içine alan büyük bir bölge barış ve istikrara kavuşmuştur. Terörden arındırılan alanda en az 1 milyon Suriyeli mültecinin iskan edilmesi mümkün olacaktır. Bu bölgenin Rakka’ya kadar genişletilmesi halinde 3 milyon kişinin buraya yerleşebileceği değerlendirilmektedir. Ülkemizin Güvenli Bölge Planı, Avrupa üzerindeki düzensiz göç baskısını hafifleteceği gibi Esed rejiminin, yıllardır zulmettiği insanları vatanlarından sürme çabasını da boşa çıkaracaktır. Bu adımın bir an önce atılması için uluslararası toplumun desteğini bekliyoruz.”
“Rejim güçleri 556 gazeteciyi katletti”
“Savaşın ilk kurbanları daima gerçeklerdir.” sözünün kökenlerinin Antik Yunan’a kadar dayanmasının oldukça manidar olduğunu ifade eden Altun, “Bir başka deyişle savaşla ilgili neredeyse her şeyin defalarca değiştiği binlerce yıl zarfında, bu ifadenin güncelliğini kaybetmemesi, üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu söz, aynı zamanda gazeteciliğin neden dünyanın en tehlikeli meslekleri arasında yer aldığını da oldukça net bir biçimde ortaya koymaktadır.” dedi.
Suriye krizinin bu konuda bir istisna olmadığını vurgulayan Altun, şöyle konuştu:
“Suriye İnsan Hakları Ağı’na göre Mart 2011-Mayıs 2018 döneminde en az 682 gazeteci katledildi. Bugün bu sayının 700’ü aştığını değerlendiriyoruz. Suriye’de işlenen gazeteci cinayetleri arasından en çok ses getiren muhtemelen Amerikalı savaş muhabiri James Foley’in 2014’te DEAŞ terör örgütü tarafından infaz edilmesi olmuştur. Gazetecilerin görevlerini icra ettikleri sırada karşı karşıya kaldıkları tehditlerin boyutunu gözler önüne seren bu olay, aynı zamanda terörün gerçek ve çirkin yüzünü ortaya çıkarmıştır. Öte yandan verilere daha yakından baktığımızda ne görüyoruz biliyor musunuz? Gördüğümüz şey inanın çok ama çok çarpıcı. Suriye sahasında uluslararası toplumun gazetecilere yönelik en büyük tehdit olarak gördüğü DEAŞ terör örgütü 64 gazeteciyi katletmiştir. Peki ya rejim? Rejim, Suriye krizinden bu yana 556 gazeteciyi katletmiştir. Bunu da konuşmalıyız. Uluslararası toplumun bunu da konuşması gerekir. Bu gerçeğe ne yazık ki gözünü kapatan, yüzünü çeviren uluslararası toplumun dönüp bakması gerekir. Nerede insan hakları, nerede basın özgürlüğü, nerede ifade özgürlüğü? Evet rejim 600’e yakın gazeteciyi katletmiştir. Basın mensuplarına yönelik Suriye kaynaklı tehditleri zaman zaman biz kendi topraklarımızda da hissettik. Türkiye’de mukim Suriyeli gazetecilere yönelik ne yazık ki bir dizi suikast gerçekleştirildi. Aynı şekilde bazı Türk gazeteciler Suriye’de görev yaptıkları sırada kaçırıldı, işkenceye maruz kaldı. Son olarak Barış Pınarı Harekatı sırasında operasyonu takip eden Türk gazetecilere sınıra yakın bir noktada ateş açıldı. Bilerek, isteyerek gazetecilerin olduğu bölgeye Suriye bölgesinden ateş açıldı. Bu saldırılar, yalnızca gazetecilere değil, toplumun ve dünyanın bilme, haber alma hakkına yapılmış bir saldırıdır.”
Vatandaşlara yönelik dezenformasyon gündemde
Altun, geçmişte yalnızca uzmanlar ve akademisyenlerin ilgisini çeken dezenformasyon ve psikolojik harp gibi kavramların, son yıllarda sokaktaki vatandaşın gündemine de girdiğine dikkati çekti. Artık dünyanın her yerinde post-truth, yani hakikat sonrası dönemden bahsedildiğini belirten Altun, gerçeklerin değil, eğilip bükülmüş, tahrif edilmiş algıların toplumlara yön verdiğinin görüldüğüne işaret etti.
Benzer süreçlerin Suriye sahasında ve Suriyeli savaş mağdurlarının sığındığı yerlerde de yaşandığına değinen Altun, Türkiye’de Türk vatandaşlığı bulunmayan Suriyeli sığınmacılara seçimlerde oy kullandırıldığı, maaş bağlandığı gibi birçok asılsız iddiaların zaman zaman dolaşıma sokularak kamuoyunun yanlış yönlendirilmesine neden olduğunu anlattı.
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, şunları aktardı:
“Maksatlı olarak servis edilen, birilerin ekmeğine yağ süren bu yalanlara karşı uyanık olmak, yalan haberlerin yayılmasına ortak olmamak hepimizin ortak sorumluluğudur. Basın emekçilerinin hem çok büyük bir sorumluluğa sahip olduğunu hem de gerçeklerden, hakikatten yana oldukları için çok ciddi bir güç olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Öncelikle Suriye’de görev yapan basın mensupları, tüm insanlık adına yaşananlara şahit olarak, adalet davasına hizmet etmektedir. Sınırlarımızın hemen ötesinde savaş suçları işleyenlerin, etnik temizlik kampanyaları yürütenlerin, çocukları silah altına alanların ortak hedefi gazetecileri susturmak ve böylelikle kendilerini temize çekmektir. Ama çekemeyecekler. Çünkü bu suçlar, bu insanlık suçları kayıt altına alınmıştır ve gazetecilerin, cesur gazetecilerin bu süreçte ortaya koydukları performans alkışlanası bir performanstır. Kendilerini huzurlarınızda tebrik ediyorum. Kendilerine her şekilde arkalarında olduğumuzu ve mesleklerini en iyi şekilde tesis edebilecekleri bir ortamı tesis için biz de elimizden gelen bütün gayreti göstereceğimizi ifade etmek istiyorum. Yalan haberlerin, karalama kampanyalarının, itibar suikastlerinin tek panzehirinin hakikat olduğunu unutmamalıyız.”
Gerçek gazetecilerin hakikatten yana olmaya devam edeceğini belirten Altun, gazetecilerin bu kritik süreçte üstlendiği bir başka tarihi sorumluluğun ise uluslararası kamuoyu nezdinde farkındalık oluşturmak olduğuna işaret etti. Suriye krizinin birçok ülkede “bayat haber” olarak görüldüğü, çok acı olaylar yaşanmadığı sürece Suriye’de işlenen suçların artık gündem oluşturamadığını vurgulayan Altun, “Bu itibarla basın mensuplarının, dünyaya Suriye’yi unutturmamak, Suriye’deki acıları unutturmamak, Suriye halkını yalnızlığa ve çaresizliğe terk ettirmemek gibi ulvi bir görevi ifa ettiğini görüyoruz. Son olarak özellikle sahada görev yapan gerçek gazetecilerin, algı operasyonlarına ve dezenformasyon kampanyalarına karşı insanlığın en güçlü silahı olduğunu unutmamalıyız.” dedi.
“Suriyeli gazetecilere kapımız her zaman açık”
İletişim Başkanlığı olarak uluslararası standartlara uygun, objektif, tarafsız ve ilkeli yayıncılık yapan gerçek gazetecilerin her zaman yanında olduklarını belirten Fahrettin Altun, aynı zamanda toplumu dezenformasyon ve yalan haberden koruma görev, sorumluluk ve zorunlulukları olduğunu ifade etti.
Türkiye’de mesleğini icra eden Suriyeli gazetecilere kapılarının her zaman açık olduğunu dile getiren Altun, sözlerini şöyle tamamladı:
“Nasıl savaşlar kahramanlar olmadan kazanılmıyorsa bir kültürel direniş de rol modeller olmadan başarıya ulaşamaz. Sahada tüm zorluklara göğüs geren, canları pahasına hakikati ortaya çıkarmaya çalışan gazeteciler, Suriye halkı için, insanlık için en güçlü rol modellerdir. Suriye’de ok yaydan çıkmıştır. Dokuz yıldır şiddete, işkencelere, teröre, açlığa dayanan bir halkın bu saatten sonra gayrimeşru bir yönetimin emri altına gireceğine inanmak ya hayalperestliktir ya cehalettir ya da burada bir kötü niyet vardır. Komşumuzun yeniden barış ve istikrara kavuşmasının tek yolu, toprak bütünlüğü ve siyasi birlik temelinde tüm toplumsal kesimleri temsil edecek demokratik bir düzenin inşa edilmesidir. Bunun dışında yürünecek bir yol, izlenecek bir güzergah olmadığının en somut delili, yanı başımızda yaşanan krizin gittikçe derinleşmesidir. İdlib’e bakmak yeter bunun için. Biz Türkiye olarak haklının yanında olmayı sürdüreceğiz. Dünya üç maymunu oynasa bile doğruları dile getirmeye devam edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımız bunu en üst düzeyde, bütün uluslararası platformlarda, bütün uluslararası muhataplara en güçlü şekilde haykırdı, haykırıyor ve haykırmaya devam edecek.”