Dilek Atlı
Bursa’da yaşayan yazar Nadide Utku’nun, Pelit Yayınları’ndan çıkan yeni çocuk romanı “Ağaç Evi” raflarda yerini aldı. Öykü, şiir, deneme, makale ve masal türlerindeki yazıları farklı dergilerde okurlarıyla buluşan Utku’yla son kitabı ve çocuk edebiyatı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ağaç Ev hangi yaş grubunu içine alan bir çocuk romanı? Kısaca bahseder misiniz?
Ağaç Evi, ilkokul 3., 4. sınıf düzeyinde bir çocuk romanı. Benim yedinci yapıtım. İncili Nine, Masal Rüzgarı, Bukalemun Buki ve Minik, Müzedeki Sandık ve Oyuncak Ülkesi masal türünde yapıtlarım. Ay Kapısı ilk gençlik romanı. Ağaç Evi, çocuk romanı türünde… Gerçekle hayalin bir arada olduğu, fantastik öğeleri de bünyesinde barındıran bir roman. Bir yanıyla da felsefi… Hayvan sevgisini, arkadaşlığı, insanın geçmişiyle yüzleşmesinin gerekliliğini ele aldım.
Kaleme aldığınız birçok çocuk kitabı var. Bu kitaplarda hassasiyet gösterdiğiniz ortak özellikler nelerdir?
İnsan ömrünün bir bütün olduğunu ve çocukluğun da bu bütünün içinde kendi doğasının özelliklerini barındırdığını unutmuyorum. Çocukluk, sadece yetişkinliğe hazırlık dönemi olarak algılanmamalı. Bu çocukluğa da, yaşlılığa da haksızlık olur. Hayat sadece orta yaştaki insanlar için değil… O nedenle çocuk yazınına yönelen bir yazar çocuk dünyasını, onların yaş özelliklerini, gerçeklik algılarını çok iyi bilmeli. Kendi çocukluğunu unutmamalı ama değişen çağla birlikte değişen çocukların kendi çocukluğundan ayrı özellikler taşıdığını da fark etmeli.
‘YAZARKEN ÇOCUK OLMALI…’
Çocuk kitapları yazan bir yazar, çocukların seviyesine inmeye çalışmamalı. Çocuk olmalı… Ben yazarken çocuk oluyorum. Yetişkinler için yazmak başka, çocuklar için yazmak bambaşka… Çocuk yazınındaki yapıtlar sadece eğitim amaçlı olmamalı. Yapıtlarımda kullandığım cümlelerin uzunluğu bile onların yaş düzeyiyle ilintilidir. Yazıların puntoları, kitaplardaki çizimler hep özen gösterilmesi gereken noktalar.
Kitaplar çocukların hayal dünyasını nasıl etkiler, onlara neler katar?
Çocuklar gerçeklerle yaşarken bir yandan da düşlerle doldururlar her tarafı. Biz büyükler çoğunlukla güler geçeriz ama onların dünyayı algılayışları böyledir. Düşle gerçeği bir arada yaşarlar. Kurduklarının düş olduğunu bilirler ama öyle bir içine girerler ki o düşün, gerçekle düş birbirine karışır, bir varmış bir yokmuş olur. Çocukluk yaratıcılıkla doludur, sınırsızlıktır; aynı zamanda eksiklerle de doludur. Yaşam deneyimi azdır çocukların, bilgileri çok sınırlıdır, meraklıdırlar, beyinleri kayıt cihazı gibidir. O nedenle bir çocuk yazarının sorumlulukları da büyüktür. Yapıtlarını çocukların düş dünyalarını olumlu yönde besleyecek, onda güzele dair bir beğeni oluşturacak, sanatsal zevkin temellerini atacak, ona doğruyu göstermeyip sezdirecek yapıtlar üretmelidir.
“HALK ÖYKÜLERİ DİNLEYEREK BÜYÜDÜM”
Siz de bir çocuktunuz, hangi yazarlarla büyüdünüz?
Babamın öğretmen olması nedeniyle daha şanslı bir çocuktum. Babamın okuduğu kitapları görürdüm. İlk hatırladığım Savaş ve Barış, o kadar şaşırmıştım ki, bir kitap nasıl bu kadar kalın olabilirdi? Kendi kendime büyüyünce ben de okuyacağım demiştim. Babam bana kitaplar getirirdi. Dünya klasikleri, masallar… Muzaffer İzgü’nün kitaplarını hatırlıyorum, Ömer Seyfettin’i… Öğretmenimiz sınıf kitaplığı oluşturmuştu, biz de oradaki kitapları okurduk. Ben hem okuyarak hem de masallar, halk öyküleri dinleyerek büyüdüm. Yazları yaylalara çıkardık, geceler uzundu, elektrik yoktu, sohbet çoktu. Büyükler anlattıkça, alacalı ışıkların içinden kahramanlar çıkardı, bizi alır, ay ışığında düşlerimize götürürlerdi. Ne güzeldi…