Kabirlerde bulunan kimselerin tamamı “Berzah” hayatı ile diri olup; bilirler, akıl ederler, duyarlar.
28
Görürler: Kendilerini ziyaret edenleri tanırlar, herhangi bir kul kardeşinin kabrini ziyaret edip yanında oturursa, kalkıncaya kadar, o ölü onunla arkadaşlık eder ve ona karşılık verir. Selam verenlerin selamlarını alırlar.
38
Birbirlerini ziyaret ederler: Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü onlar, kabirlerinde birbirlerine karşı iftihar ederler ve birbirlerini ziyaret ederler.
Dirilerden kendilerine ulaşan kötü haberlere üzülürler.
Hiç şüphesiz ölüye; evinde eziyet veren şey, kabrinde de eziyet verir.
Amelleriniz, ölülere bildirilir, güzel bir şey görürlerse sevinirler. Kötü bir şey görürlerse; Allah’ım! Onları tâatına geri çevir derler.”
48
Dua ederler: Ölülere hayatta olanların amelleri onlara bildirilir, hayırlı bir iş görürlerse Allahü Teâlâya hamd edip sevinirler ve o hayrı yapanın hayırlı işlerinin artması ve hayırlı işlere devam etmesi için dua ederler. Kötü bir şeyle karşılaşırlarsa onları yapanlar için Allahü Teâlaya dua edip şöyle derler: “Allah’ım! Onları tâatına geri çevir ve bize hidayete erdirdiğin gibi, onları da hidayete erdir.”
58
Tasarrufları vardır: Allahü Teâlanın kudretiyle çok büyük işler yaparlar.
68
Nimet görürler:
Nimet ve azab hem ruha hem vücuda olacaktır. Berzah aleminde bazıları ikram görürler: Kabirlerinde taptaze olarak namaz kılarlar, hac yaparlar.
78
Azab edilirler:
Peygamber efendimiz (s.a.v) kabir azabı ile ilgili şöyle buyuruyor: “Ölüleriniz defnetmeme endişem olmasaydı; işitmekte olduğum kabir azabını, size de işittirmesi için Allah’a dua ederdim.
88
Kabir Ziyareti:
Bir sohbet esnasında Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretlerine talebelerinden biri kabir ziyareti hakkında bir soru sorunca buyurdu ki:
Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. “Ölü yardım yapamaz.” diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol, bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; “Ey Allahın velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol.” demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah’tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak edilmemiştir. Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır. Evet, evliyânın bir kısmı öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar. Dünyadan ve dünyada olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır.