Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İdlib’de yoğunlaşan saldırıların ardından 250 bin kişinin daha Türkiye sınırına geldiğini belirterek, “Bu katliamların devam etmesi halinde sayı da artacaktır. Ancak Türkiye’nin yeni bir düzensiz göç dalgasını tek başına göğüslemesi artık mümkün değildir.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan, Bosna Hersek’te yayımlanan Stav Dergisi’ne verdiği mülakatta gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı.
Küresel Mülteci Forumu’ndaki konuşması hatırlatılarak, “Mülteci krizini Avrupa Türkiye’ye mi yüklemeye çalışıyor?” şeklindeki soru üzerine Erdoğan, mülteci meselesine daima insanı ve vicdanı merkeze alan bir anlayışla yaklaştıklarını belirtti.
“Suriye krizinin ilk anlarından itibaren din, dil, mezhep, köken ayrımı gözetmeden kapımıza gelen herkesi bağrımıza bastık.” diyen Erdoğan, Suriye içinde yerlerinden edilmiş 3 milyonu aşkın kişiye resmi kurumlar ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla düzenli yardımda bulunduklarını bildirdi.
Türkiye’nin halihazırda dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ve milli gelire oranla dünyanın “en cömert ülkesi” olduğuna dikkati çeken Erdoğan, “Hal böyleyken imkanları bizden kat be kat fazla olan Avrupa ülkeleri, Suriye konusunda maalesef iyi bir sınav veremedi. Ülkemize verilen sözler yerine getirilmedi. Mazlumlara sahip çıkmak yerine dikenli tel örgülerin arkasına saklanmayı tercih ettiler. Hatta Ege ve Akdeniz’de düzensiz göçlerle mücadele edilirken, botların batırılması, şişlenmesi, bu insanların denizin ortasında ölüme terk edilmesi gibi insanlık dışı hadiselerle karşılaştık.” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye’nin şu an 3,7 milyonu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 5 milyon sığınmacıyı topraklarında misafir ettiğini anlatan Erdoğan, “İdlib’de yoğunlaşan saldırıların ardından 250 bin kişi daha ülkemiz sınırına geldi. Bu katliamların devam etmesi halinde sayı da artacaktır. Ancak Türkiye’nin yeni bir düzensiz göç dalgasını tek başına göğüslemesi artık mümkün değildir.” ifadesini kullandı.
“Türkiye’nin Suriye’de güvenli koridor oluşturulması sürecinde askeri operasyonlarına neden karşı çıkıldı? Birileri Suriye’de ve Türkiye sınırında savaşın devam etmesini mi istiyor? Diğer ülkelerin çıkarı nedir?” şeklindeki soruya ise Erdoğan, “Suriye meselesine bazı ülkeler sadece çıkar, güç ve petrol merceğinden bakıyor. 1 milyon insanın hayatını kaybettiği ve 12 milyon Suriyelinin evlerini terk etmek zorunda kaldığı böylesi büyük bir insani trajediyi fırsata çevirmenin peşindeler. Nitekim bunu kamuoyu önünde de farklı vesilelerle deklare ettiler. Tek gündemlerinin petrol kaynaklarını ele geçirmek olduğunu açıkça söylediler. Güney sınırımız boyunca kurulmaya çalışılan terör koridorunun gerisinde de bu niyetler vardı.” yanıtını verdi.
Türkiye’nin PKK/YPG terör kuşağıyla adeta boğulmak istendiğine işaret eden Erdoğan, bu planların son 3 yılda düzenlenen 3 başarılı harekatla akamete uğratıldığını aktardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 8 bin 300 kilometrekarelik alanı DEAŞ’lı ve PKK/YPG’li teröristlerden temizleyerek, güvenli hale getirdiklerini belirterek, şöyle devam etti:
“Ülkemizin güvenli hale getirdiği bu bölgelere şimdiye kadar 375 bin Suriyeli gönüllü ve güvenli bir şekilde geri döndü. Şimdi bu çabaları bir üst aşamaya taşıyoruz. Barış Pınarı Harekat bölgesinde kurmayı planladığımız şehirlerle, bu sayının 1 milyonu, hatta 2 milyonu bulacağına inanıyoruz. Planımızı hem 74. BM Genel Kurulunda hem de Küresel Mülteci Forumu’nda muhataplarımızla paylaştık. Birlemiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile diyalog halindeyiz. Temennimiz, Suriyeli mazlumların vatan hasretini bitirecek bu projemize sahip çıkılması ve destek verilmesidir.”
“Gazze’deki kardeşlerimizin yükünü hafifletmek için gayret gösteriyoruz”
Filistin meselesine ilişkin görüşleri sorulan Erdoğan, Filistin meselesinin Türkiye’nin en önemli dış politika önceliklerinden biri olduğunu vurguladı.
Erdoğan, 1967 sınırları içinde bir Filistin Devletinin kurulması için her zeminde mücadele yürüttüklerini, İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanlığı sırasında, ilk kıble olan Kudüs’e yönelik İsrail saldırıları karşısında hassasiyetlerini de ortaya koyduklarını dile getirerek, “İsrail yönetiminin dünyanın en büyük açık hava hapishanesine çevirdiği Gazze’deki kardeşlerimizin yükünü hafifletmek için gayret gösteriyoruz.” ifadesini kullandı.
Bu konuda Katar’ın da katkı sunduğunun altını çizen Erdoğan, açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Ancak Müslümanlar olarak hala ümmetin meselelerinde dayanışma içinde hareket edemiyoruz. Müslümanların bu dağınıklığı en fazla zalimlere cesaret veriyor. 1,7 milyarlık İslam alemi, Myanmar’dan Filistin’e, Türkistan’dan Afrika’ya kadar dünyanın farklı köşelerinde kardeşlerimizin zulüm görmesine mani olamıyor. Arakan’da tüm dünyanın gözleri önünde Rohingyalara karşı işlenen soykırım bunlardan sadece biridir. Uluslararası Adalet Divanında Gambiya’nın başlattığı, bizim de çok güçlü destek verdiğimiz, ‘Arakanlı Müslümanlara yönelik soykırımın soruşturulması’ sürecini bizzat takip ediyoruz. Soruşturma sürecinin failleri ortaya çıkarmasını temenni ediyoruz. Tabi bunun yanında bizlerin Rohingyalara sahip çıkması gerekiyor. Dünyanın en mazlum halklarından biri olan Rohingyaların kendi topraklarında, özgür, güvenli ve müreffeh bir şekilde yaşaması için hep birlikte çalışmamız lazım.”
“Ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin devre dışı bırakılmasına seyirci kalamazdık”
Erdoğan, Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmanın bazı ülkeleri neden o kadar rahatsız ettiğine ilişkin soruya ise “Türkiye olarak Libya konusunda muhatabımız, BM tarafından da tanınan Milli Mutabakat Hükümeti ve Başbakanı Sayın Serrac’dır. Binlerce yıllık köklü ilişkilere sahip olduğumuz Libya, bizim aynı zamanda Akdeniz’de komşumuzdur. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının aranması ve işletilmesinde, ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin devre dışı bırakılmasına seyirci kalamazdık.” yanıtını verdi.
Libya ile geçen ay imzaladıkları iki muhtırayla iş birliğini en üst seviyeye taşıdıklarını, “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”nın Türkiye’ye çok önemli stratejik kazanımlar sağladığını vurgulayan Erdoğan, Türkiye’yi Akdeniz denkleminin dışına atma projelerinin, bu adımlarla akamete uğradığını anlattı.
Bu anlaşmaların uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler sözleşmelerine uygun olduğunun altını çizen Erdoğan, “Ege’nin ve Akdeniz’in sahibi, bu denizlere kıyıları olan ülkelerin tamamıdır. En uzun kıyı sahibi ülke olarak biz de buradaki haklarımızı korumak için sonuna kadar, tüm imkanlarımızla mücadele etmekte kararlıyız.” değerlendirmesini yaptı.
“Türkiye’de artık sistem tartışmaları bitmiştir”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçmesine ilişkin soruya şu karşılığı verdi:
“Türkiye’de artık sistem tartışmaları bitmiştir. Milletimiz tarihinde ilk defa tamamen demokratik yollarla yönetim sistemini değiştirmiştir. 16 Nisan halk oylamasında kabul edilen, 24 Haziran 2018 seçimleriyle uygulamaya giren yeni yönetim sistemi, milli iradeyi güçlendirmiş, istikrar ve hızlı karar alma kabiliyeti kazandırmıştır. Son 1,5 yılda karşılaştığımız birçok badireyi başarıyla atlatabilmemizde, sistemin bize sağladığı yeni imkanların çok büyük katkısı olmuştur. Elbette her yenilikte olduğu gibi burada da eski alışkanlıklardan kaynaklanan bazı pürüzler çıkmaktadır. Özellikle eski sistemden nemalanan çevrelerin yeni sistemi kabullenmeleri ve içselleştirmeleri zaman almaktadır. Uygulamadan kaynaklanan pürüzlerin giderilmesi amacıyla geçen yıl Cumhurbaşkanı Yardımcımızın başkanlığında bir heyet kurduk. Tüm kurumlarımızdan temsilcilerin içinde yer aldığı bu heyetin tespit ve tavsiyelerine göre sistemi daha da iyileştiriyoruz.”
“Kimi oluşumlar, daha ilk seçimde millet tarafından sandığa gömülmüştür”
Yeni partilerin kurulmasına ilişkin olarak da Erdoğan, “Siyasi partiler demokrasinin ana aktörlerinden biridir. Şu an ülkemizde 80’e yakın siyasi parti bulunuyor. Bu sayıya eklemeler olabileceği gibi zamanla eksilmeler de olabilir. Siyasetin doğasında bu gayet normaldir. Nitekim son 17 yılda çok büyük medya kampanyalarıyla kurulan kimi oluşumlar, daha ilk seçimde millet tarafından sandığa gömülmüştür. AK Parti olarak biz başkasına değil, kendimize bakıyor, kendi gündemimize odaklanıyoruz. Milletimize olan sözlerimizi yerine getirmenin mücadelesini veriyoruz.” ifadelerini kullandı.
Bosna Hersek’in NATO yolunu desteklediğine ilişkin sözleri hatırlatılarak, “Ancak Türkiye’nin NATO’daki konumu eskisi gibi güçlü mü? Özellikle S400 alımı konusundaki Amerika’nın tutumundan bahsediyoruz.” şeklindeki soru üzerine Erdoğan, Türkiye’nin son 67 yıldır NATO’ya en kapsamlı katkıları yapan, müttefikleriyle dayanışma içinde hareket eden ülkelerin başında geldiğini belirtti.
Türkiye’nin Bosna, Kosova ve Makedonya’daki NATO misyonlarının yanı sıra Afganistan’da da barışın inşasında önemli bir rol üstlendiğine dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:
“Ülkemizin NATO’daki önemi, gücü ve etkinliği tartışma götürmezdir. Öte yandan Türkiye’nin farklı ülke ve bölgelerle geliştirdiği ilişkiler birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Ülkemizin egemenlik haklarına giren S400’ler meselesi üzerinden yapılan tartışmaları biz doğru bulmuyoruz. NATO ittifakı çerçevesinde, milli güvenliğimizi tahkim gayesiyle attığımız adımları, kendi mecrasında değerlendirmek gerekir. NATO Genel Sekreteri de bu meselede ülkemizi destekleyen, bizim tezlerimize müzahir beyanlarda bulunmuştur. S400 meselesi, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak üzere attığı bir adımdır. NATO ve F35’lerle menfi anlamda herhangi bir ilişkisi yoktur.”
Erdoğan, 17-25 Aralık, Gezi olayları ve darbe teşebbüsünün ardından Türkiye’nin bugünkü siyasi ve ekonomik durumununa ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, bu saldırıların şahsını ve hükümetini değil, demokrasiyi ve Türk milletinin tamamını hedef aldığını söyledi.
“Bunların hepsi farklı araçlar vasıtasıyla gerçekleştirilmek istenen birer darbe girişimidir.” açıklamasında bulunan Erdoğan, Türk milletinin bu gerçeği gördüğünü ve bu süreçlerin hiçbirinde kendilerini yalnız bırakmadığını aktardı.
Son 6 yılda yaşadıkları her hadisede vatandaşların, gerekirse kanı ve canı pahasına iradesine, hükümetine ve vatanına sahip çıktığını vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:
“Böyle çelikten bir iradeyi yıkabilecek hiçbir güç yoktur. Nitekim ekonomimiz 2018 yılındaki kur saldırısından sonra yeniden toparlanma sürecine girdi. Hazine ve Maliye Bakanlığımızın açıkladığı Yeni Ekonomi Programı’yla farklı bir ivme kazanıldı. Enflasyon düşmeye, yatırımlar artmaya, sanayinin çarkları tekrar işlemeye başladı. Konut satışları 2019 Kasım ayında yüzde 54,4 ve otomobil satışları ise yüzde 3,5 arttı. Keza ekonomik güven endeksi yüzde 2,6 oranında artarak 93,8’e çıktı. Üçüncü çeyrekteki yüzde 0,9’luk pozitif büyümeyle ülkemiz tekrar büyüme dönemine girdi. Ekim ayında sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3,8 artarken, perakende satış hacmi yüzde 5,9 arttı. Geçen yılın Kasım ayında yüzde 21,6 olan enflasyon, bu sene yarı yarıya gerileyerek yüzde 10,6 olarak gerçekleşti. Aynı şekilde 2019 senesinde ihracatta 180 milyar doları yakalayacağımıza inanıyoruz. Turizmde de tarihimizde ilk defa 50 milyon turistin üzerine çıkacağımızı hesaplıyoruz.”
“18 ülkede 219 okul Maarif Vakfına devredilmiştir”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ’ye ilişkin olarak da örgütün dünyanın en sinsi ve karanlık yapılanmalarından biri olduğunu vurguladı.
FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimiyle kanlı ve kirli yüzünü ortaya koyduğunu anlatan Erdoğan, “Örgüt için sözde eğitim kurumları, militan devşirme ve finans araçlarıdır.” dedi.
Türkiye’de de 40 yıl boyunca FETÖ’nün okullar ve dershaneler aracılığıyla çok ciddi imkanlar elde ettiğine dikkati çeken Erdoğan, “FETÖ’nün tehdit unsuru olmaktan çıkarılmasında örgüte ait bu kurumlarının kapatılması son derece önemlidir. Diğer türlü örgütün genç dimağları zehirlemesine engel olunamaz. Örgütün eğitim, kültür, sivil toplum gibi farklı kisvelerle varlığını sürdürme çabalarını aslında yeni terör eylemlerinin hazırlığı olarak görmek gerekir ve bu tür faaliyetlere karşı her daim uyanık olunmalıdır. Bu gerçeğin farkına varan çok sayıda dost ve müttefik ülke, FETÖ ile iltisaklı yapıları kapatmakta veya örgüte ait okulları Türkiye Maarif Vakfına devretmektedir. Şimdiye kadar 18 ülkede 219 okul Maarif Vakfına devredilmiştir. Zamanla bu sayının artacağına inanıyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.
“Türkiye’nin Balkan coğrafyasına sırtını dönmesi düşünülemez”
“Bosna Hersek Türkiye için ne ifade ediyor? Bosna Hersek’te ve genel olarak Balkanlar’da amaçları nedir?” sorusu üzerine Erdoğan, Türkiye’nin ortak bir tarihi, coğrafyayı ve kaderi paylaştığı Balkan coğrafyasına sırtını dönmesinin düşünülemeyeceğini vurguladı.
Erdoğan, 1990’lar boyunca Balkanlar’da herkesin yüreğini burkan, içini acıtan olaylara şahit olunduğunu anımsatarak, üzerinden çeyrek asır geçse de Srebrenica Katliamı’nın acısının halen taze olduğunun altını çizdi.
Balkanların tarihten ders çıkararak yaşadığı tüm acılara, sıkıntılara rağmen, son 25 yılda istikrar, güvenlik ve barış yolunda çok ciddi mesafe kaydettiğini belirten Erdoğan, şunları aktardı:
“Biz de Türkiye olarak bu sürece destek olduk. Ülkemizin Balkanlara yönelik yaklaşımının çerçevesini, bölgesel sahiplenme, saygı ve kapsayıcılık ilkeleri oluşturmaktadır. Türkiye’nin Balkanlar’da istikrar ve kalkınmanın temini, barışın pekiştirilmesi dışında hiçbir özel gündemi yoktur. Bu politika, hiçbir etnik ve dini unsuru ötekileştirmeden, birlikte var olmanın ve birlikte kazanmanın mümkün olduğunu herkese göstermiştir. Her ne kadar kaostan ve gerilimden beslenen bazı odaklar, bu barış ve istikrar ortamından rahatsız olsa da aklıselimle hareket eden herkes Türkiye’nin bu çabalarını memnuniyetle karşılamaktadır.”
“Türkiye, Bosna Hersek’i asla yalnız bırakmayacaktır”
“Bosna Hersek’teki bazı medya organlarında ‘Türkiye Sırbistan’da yatırım yapıyor, Bosna’ya ise sevgi veriyor’ şeklinde eleştiriler var. Bu argümana örnek olarak da Türkiye’nin Sırbistan’da açtırdığı fabrikalar gösteriliyor. Bu eleştirilere yorumunuz nedir?” sorusuna Erdoğan, “Bu iddialar kesinlikle doğru değildir. Türkiye, bağımsızlığından bu yana geçen sürede en sıkıntılı anlarında dahi Bosna Hersek’i yalnız bırakmamıştır, asla bırakmayacaktır.” yanıtını verdi.
Erdoğan, 8 Ekim 2019’da Sırbistan, Bosna Hersek ve Türkiye liderleri olarak Belgrad-Saraybosna Otoyolu Projesi’nin temel atma törenini gerçekleştirdiklerini hatırlatarak, ilk etabı 250 milyon dolar değerindeki projeyle, bölgedeki ticari, ekonomik, kültürel, insani ilişkilerin güçlenmesini hedeflediklerini belirtti.
Bunun sadece bir yol projesi değil, her yönüyle bir barış projesi olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Türkiye’nin Bosna Hersek’teki doğrudan yatırımlarının toplamı 250 milyon dolara yaklaşmıştır. 700 milyon doları bulan toplam ticaretimizde kısa vadede hedefimiz 1 milyar dolardır.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan, 2014’teki sel felaketinden sonra başlattıkları et ithalatının Bosna Hersek’te hayvancılığın ve besiciliğin gelişmesine ciddi katkılar yaptığına işaret ederek, aynı şekilde TİKA ve diğer kurumların da kalkınma odaklı yardımlarıyla Bosnalıların yanında olduğunu dile getirdi.
“Bosna Hersek, Avrupa’ya açılan kapı”
“TİKA, Yunus Emre, Ziraat Bankası, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi Türkiye kurumlarının Bosna Hersek’te yaptıkları onca tarihi, turistik yapılar, öğrenci yurtları gibi şeyler, Bosna’ya en çok yatırım yapan ülkeler sıralamasında, yatırım olarak sayılmıyor. Bunu bir eksiklik olarak görüyor musunuz?” sorusu üzerine Erdoğan, Türkiye’nin Bosna Hersek’te 13 önemli yatırımının bulunduğunu, Ziraat Bank’ın 32 şubesiyle Bosna Hersek’in bankacılık sektöründe önemli rol oynadığını ifade etti.
Komşu ülkeler sayılmazsa, Bosna Hersek’e gelen turistler bakımından Türkiye’nin birinci sırada olduğunu belirten Erdoğan, Bosna Hersek’in sunduğu ekonomik ve ticari imkanların çok daha yakından tanınması, tanıtılması gerektiğine işaret etti.
Erdoğan, Türk yatırımcılar için Bosna Hersek’in, Avrupa’ya açılan bir kapı olduğunun altını çizerek, “Ülkelerimiz arasında çifte vergilendirmenin önlenmesi ve Serbest Ticaret Anlaşması gibi ikili ticareti kolaylaştıran pek çok anlaşma var. Siyasi istikrarla beraber Türkiye’nin Bosna Hersek’teki yatırımlarının daha da artacağına inanıyorum. Bu konuda biz elimizden gelen gayreti göstermeye hazırız.” değerlendirmesinde bulundu.
“Söz konusu Müslümanlar olunca…”
“Srebrenica Soykırımı’nı inkar eden, Miloşeviç’e destek veren Handke’ye Nobel Ödülü verildi. Türkiye buna ilk tepki gösteren ülkelerden biri oldu ve törene de katılmadı. Nobel Ödülü’yle alakalı görüşlerinizi alabilir miyiz?” sorusuna Erdoğan, “Nobel Edebiyat Ödülü’nün, binlerce Müslümanın kanını döken bir caniyi savunan, destekleyen, hatta öven bir şahsa layık görülmesi utanç vericidir. Kirli ve kanlı siciline rağmen bu şahsı ödüllendirenler, 25 yıl önce Bosna’da işlenen soykırıma da ortak olmuşlardır.” yanıtını verdi.
Nobel Komitesinin, hem edebiyat hem de barış ödülü alanında daha önce de benzer vahim kararlara imza attığını anımsatan Erdoğan, şunları kaydetti:
“Ortada küresel barış ve istikrar adına hiçbir başarısı olmayan, hatta eline masumların kanı bulaşmış kimi siyasetçiler, bu komite tarafından ödüle layık görülmüştür. Bu şahsın, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edildiği 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde ödüllendirilmesi ise ayrı bir garabettir. Acaba bu şahıs Boşnakları değil de İngilizi, Almanı, Fransızı, İtalyanı veya Norveçliyi katleden birini övseydi, Nobel Komitesi yine bu şekilde davranabilir miydi? Holokost’u öven bir şahsı ödüllendirmeye cesaret edebilirler miydi? Elbette hayır. Fakat söz konusu Müslümanlar olunca, bu tarz utanç verici skandallara rahatça imza atılabiliyor.”
“İzzetbegoviç büyük siyasetçi ve dava adamı”
Erdoğan, “Bosna Hersek’le olan ilişkinizde sık sık bahsedilen bir mesele var, o da rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in emaneti. Bu emanet sizin için ne ifade ediyor?” sorusu üzerine, İzzetbegoviç’in sadece Bosna Hersek’in değil, İslam dünyasının son asırda yetiştirdiği en büyük mütefekkir, siyasetçi ve dava adamlarından biri olduğunu vurguladı.
İzzetbegoviç’in savaş meydanlarında cesur bir asker, ailesine müşfik bir baba, arkadaşlarına aziz bir dost, milletini bağımsızlığa taşıyan bilge bir lider olduğunun altını çizen Erdoğan, “Aliya İzzetbegoviç’in en büyük eseri Bosna, en önemli mirası ise asaletidir. Bu vesileyle kendisine bir kez daha Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Bosna Hersek ne kadar güçlü, müreffeh ve istikrarlı olursa, Aliya’nın emanetine de o denli sahip çıkılmış olacaktır. Biz de bu anlayışla hareket ediyor, her alanda Bosnalı kardeşlerimize destek veriyoruz.” ifadelerini kullandı.
Bosna Hersek halkına bir mesajının olup olmadığı sorulan Erdoğan, “Bosnalı kardeşlerimize ve Türkiye ile gönül bağı olan Balkanlardaki tüm dostlarıma söylemek istediğim ilk şey, Türkiye’nin her zaman yanlarında olacağıdır. Biz, Bosna Hersek’in huzuru, istikrarı ve barışı için çalışmaya devam edeceğiz. Tüm Bosna Hersek halkına 2020 senesinde Rabbimden esenlikle diliyor, ülkem ve milletim adına selamlarımı iletiyorum.” karşılığını verdi.
AA