Prof. DR. Nail Bölükbaşı, söz konusu hastalığın özellikle obezite, kötü beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik, aşırı alkol tüketimi ve genetik özellikler nedeniyle gittikçe daha sık ve daha genç yaşta görülmeye başladığına dikkatleri çekti.
“ATEROSKLEROZ İLERLEYİCİ BİR HASTALIKTIR”
IHA’nın haberine göre, “Damar sertliği, kalp krizine bağlı ölümlerin temel nedenidir. Yaygınlaşmasındaki en temel neden, yukarıda sayılan ve modern yaşamın ivmelendirdiği, insülin direncindeki artışın neden olduğu obezite ve tedavi edilmediği takdirde ardından ortaya çıkan tip 2 diyabet hastalığıdır. Obez hastalarda sıklıkla izlenen ateroskleroz, insülin direnci (diyabet) ve hipertansiyon birlikteliği, “metabolik sendrom” olarak da adlandırılan klinik tablonun en temel üç saç ayağını oluşturmaktadır.” diyen Bulakbaşı, Atreoskleroz’un özellikle atardamarların duvarlarındaki değişik tabakalarda kalınlaşma ve sonrasında içerisinde pıhtı oluşumu ya da kalsifikasyon gelişimine bağlı damar lümeninde daralma ile seyreden ilerleyici bir hastalık olduğunu belirtti.
“BİRÇOK HASTALIĞIN GELİŞMESİNİN TEMEL NEDENİ”
Başhekim Prof. Dr. Nail Bulakbaşı,”Tutulan atardamarın beslediği organlara giden kan akımının azalmasını sağlayan damar lümenindeki daralmaya (stenoz) bağlı gelişen organ beslenmesindeki azalma (iskemi) yanında, bu aterosklerotik odaklardan kaynaklanan pıhtıların daha uç damarları tıkaması (emboli) sonucu doku ölümlerine (infarkt) de neden olabilir. Bu nedenle ateroskleroz, günümüzde ölüm veya vücutta kalıcı hasar oluşturan myokard infarktı, inme veya uç organ kayıpları gibi birçok hastalığın gelişmesinin temel nedenidir” dedi.
HASTALIĞIN TANISINDA KULLANILAN YÖNTEMLER NELERDİR?
Teşhis ve tanı koyulurken kullanılan yöntemlere dikkat çeken Prof. Dr. Nail Bulakbaşı, “Özellikle beyine giden boyun damarları başta olmak üzere, aorta ve ondan çıkan kol ve bacak damarları ile koroner (kalp) arterlerde ateroskleroz gelişimine bağlı darlık ve tıkanmalar, günlük pratikte sıklıkla rastladığımız bulgulardır. Koroner arterler dışındaki diğer arterlerde ortaya çıkan aterosklerotik değişikliklerin tanısında kullanılan ilk yöntem Ultrason (US) ve Renkli Doppler Ultrason (RDUS) incelemeleridir. US ve RDUS’da şüpheli veya yetersiz bulguların elde edildiği durumlarda ve özelikle de tedavi amaçlı radyolojik girişimsel işlem veya cerrahi planlanan olgularda yapılması gereken tanısal yöntem, kol toplardamarından kontrast madde verilerek yapılan BT (Bilgisayarlı tomografi) anjiografi (BTA) incelemesidir. BTA incelemesi, aterosklerotik damar hastalığının derece ve yaygınlığı konusunda en doğru ve en güvenilir sonuçları veren radyolojik görüntüleme yöntemidir. Koroner arterlerde dâhil olmak üzere tüm vücut damarlarına uygulanabilen BTA yönteminde, hem damar lümenindeki darlık derecesi hem de darlığa neden olan duvar patolojisinin tipi ve yaygınlığı kolaylıkla görüntülenebilir” ifadelerini kullandı.
YENİ MR SEKANSLARI HASTALIĞIN TANISINDA GENİŞ OLANAKLAR SUNMAKTADIR
Bu alanda kullanılan diğer bir radyolojik yöntem olan Manyetik Rezonans Anjiografi (MRA) incelemelerine değinen Bulakbaşı, “Yeni MR sekansları ile, kontrast madde kullanılmaksızın koroner damarlarda dahil olmak üzere tüm vücut damarlarının gösterilmesi artık mümkün olmaktadır. MRA yanında beyin ve kalp gibi yaşamsal organlarda, kontrast verilerek yapılan perfüzyon (canlılık) teknikleri ile bu organlarda ateroskleroza bağlı gelişen beslenmesi bozulmuş (iskemik) alanlar, ölü (infarkt) alanlardan rahatlıkla ayırt edilebilmektedir. BTA’ya oldukça iyi bir alternatif olan bu yöntem özellikle kontrast madde kullanımının uygun olmadığı (böbrek yetmezliği, diyaliz, bazı kanser hastaları gibi) hastalarda veya çocuklar gibi radyasyon riskinin yüksek olduğu yaş gruplarında etkin bir şekilde kullanılmaktadır” şeklinde konuştu.
ERKEN TANI VE TEDAVİ RİSKLERİ AZALTMAKTADIR
Son olarak erken tanı ve tedavinin yararlarına vurgu yapan Bulakbaşı, “Aterosklerotik damar hastalığı hem dünyada hem de ülkemizde en sık görülen ve en sık kalıcı veya ölümcül hasarlara neden olabilen bir hastalıktır. Bu hastalığın erken tanı ve tedavisi ile bu kalıcı hasar ve ölüm riski çoğu hastada ileri derecede azaltılabilmekte, hatta bazı hastalarda ise tama yakın ortadan kaldırılabilmektedir. Bu nedenle vücudun diğer sistemleri gibi kalp ve damar sistemimizin de rutin kontroller ile takibi ve erken tanı konan lezyonların zamanlı tedavisi ile bu büyük risk ileri derecede azaltılabilir” dedi