Murat Günay
Nebil Özgentürk,“Cumhuriyetten Günümüze Basın Tarihi” kitabını ve daha birçok farklı kitabını imzaladığı özel bir etkinlikte, Yakın Sanat Cafe’de belgesellerinin-sanatının takipçileriyle buluştu. Türkiye kültür-sanat-siyaset tarihinin tanınmış figürlerini belgeleyen Türkiye’nin insan arkeoloğu Özgentürk ile yapımcılık-yönetmenlik ve üretim yolculuğu üzerine konuştuk.
Sayın Nebil Özgentürk, hazırladığınız bütün yapımlar, belgeseller, kitaplar ülkemizin hafızası olarak da algılanabilir mi?
Bunu ben söylersem ayıp olur. Biz övünmeyi öğrenemedik bir türlü… Ama bu konuda bizim Sunay’ın (Akın) söylediği bir söz var benim için, onu severim; “Türkiye’nin İnsan Arkeoloğu” der. Çok sevdiğim dostum Zülfü abi de (Livaneli), “Masumiyet Çağı Belgeselcisi” ifadesini kullanır onu da çok severim. Kimileri de, dediğin gibi, üretimlerim nedeniyle “Türkiye’nin hafızasının buluştuğu belgeselci” diyor. Böyle güzel sözler duyunca insan mutlu oluyor insan çünkü kuşaktan kuşağa aktarılması gereken, içerikleri olan hikaye-kitap-belgesel insanı mutlu ediyor. 40 yıl önce yazdığım yazı bugün 19 yaşındaki genç insana ulaşıyorsa mutlu oluyorum.
Bugün Bursa’da bir okulda belgeselleriniz gösterildi ve o okulun öğrencileri ile birlikte siz de izlediniz. Nasıl bir duyguydu?
Aziz Sancar belgeselini izledik çocuklarla birlikte. Orada Aziz Sancar, ‘Benim için Nobel ödülü önemli değil’ diyor. ‘Benim buluşum DNA onarım haritası, kansere yol açacak birtakım zararlı durumları engeleyecekse mutlu olurum, Nobel ödülü dediğiniz bir plakettir’ diyor. Çok güzel bir ifade bu. Piri Reis’in haritası nasıl hala varsa, o keşif de kalır. Hatta Aziz Bey’in kendisi de belgesel de diyor ki; ‘2400 yılında Aziz Sancar, bu keşfi yaptı diyecekler’. Ben de 2300 yılında yazılarımı okuyan ya da belgesellerimi izleyen genç bir adamın katil olmasını engelleyebilirsem amacıma ulaşmış olurum. Çünkü vicdanı anlatıyorsun, içinde sevgi olan hikayeler anlatıyorsun, ülkenin tarihini anlatıyorsun ve bir daha yapılmasın diyorsun. Bu da öğrenciler tarafıdan umarım algılanmıştır. Ben tarihçi değilim, yakın tarihimizden yararlanan bir belgesel anlatıcısıyım.
Bir Nebil Özgentürk belgeseli yapıldı mı?
8-9 tane irili ufaklı belgesel var. Benim hayatımın ilginç bölümleri de var. Özellikle çocukluk hikayelerim, macera dolu üniversite hikayelerim var. Bine yakın belgeselden 500 portre çıkarmışızdır. Bu insanların bazı özelliklerinden, karakter özelliklerinden ben bir şeyler kaptığımı hissediyorum. Onların sevinçlerini, üzüntülerini, işkencelerini, acılarını dinleye dinleye büyüdüğümü hissediyorum. 25 yıldır belgesel, 35 yıldır yazıyla dinliyorum ben bu insanları. Düşünsene Lefter’den çıkıp Yaşar Kemal’e, Adile Naşit’ten çıkıp Müzeyyen Senar’a geçiyorsun. Sezen Aksu’dan Müslüm Gürses’e geçiyorsun. Müslüm Gürses’in babası, gözlerinin önünde annesini öldürüyor… Ne büyük travma. Aynı biçimde Yaşar Kemal var. Gözlerinin önünde babası öldürülmüş. Latife Hanım var mesela, Atatürk ile 1000 gün evli kalmış ya da Nazım Hikmet, Cemal Süreya gibi isimler. Bu isimlerin belgesellerini onlar öldükten sonra yapmışız. Hepsinin çok etkileyici hikayeleri var. Bu hikayeler beni de etkiliyor ve büyütüyor.
Dünyadan ya da Türkiye’den belgeselini yapmak istediğiniz bir isim kaldı mı?
Şu anda Zülfü Livaneli belgeseli yapıyorum. 8 ya da 10 bölüm olacak. 55 yıllık sanat hayatı var Zülfü abinin ve belgeselin toparlanması bir yıl kadar sürecek. 25 yıl önce Zülfü Livaneli belgeseli yapmıştım ama şimdi birçok değişiklik oldu. Yeni sanat eserleri verdi ve teknoloji de değişti. Yabancı sanat insanlarından belgeselini yapmak istediğim isimler var elbette ama Türkiye’deki hikayeler o kadar güzel ki bir türlü başka hikayelere sıra gelmiyor. Türkiye sürekli olaylara gebe, yeni siyasi olaylara gebe. Türkiye öykü zengini bir ülke bence. Mesela Theodorakis’i inceleyip belgeselini yapmayı çok isterim. O da aynı toprakların çocuğu bizim gibi, Egeliyiz biz de…
Teknolojinin gelişmesi işlerinizi ne yönde etkiliyor?
Olumlu yönde etkiliyor. Kamera teknolojilerinin gelişmesi görüntü kalitesini artırıyor. Hatta, cep telefonuyla bile çekim yapılabilir artık. Martin Scorsese cep telefonuyla bir sinema filmi çekti. Bir cep telefonu firması sadece bu iş için ünlü yönetmene özel bir telefon üretti. Oldukça güzel sonuçlar elde edildi. Her saniye bir yeni kamera üretiliyor. Ben VHS kamera sistemleriyle çalıştığımı hatırlıyorum. Şu anda o VHS kasetleri kullanamıyoruz çünkü renkleri kayboldu. Ama bugünün teknolojisi bizi 50 yıl götürür. Belgeselcilik açısından baktığımızda, çekerken çok rahat çekiliyor. Sadece kamera da değil montaj teknolojileri de çok gelişti. Ben yönetmenim ve uzmanlarla çalışmayı çok doğru buluyorum.
Gençler hakkında neler düşünüyorsunuz? Memleketin geleceği olan çocuklardan umutlu musunuz?
Gençler hakkında çok umut dolu konuşabileceğim bir grup da var, çok umutsuz konuşabileceğim bir başka grup da var. Çok dikkatli ve olağanüstü duyarlı çocuklarla tanışıyorum. Aslında iyiyle kötünün yarıştığını görüyorum. Ama son yıllarda yanlış bilgilenme, yanlış yönlenme ve kirlenme daha önde bana göre. Türkiye’de eğitim meselesinin tekrar ele alınması gerekiyor ve çocuklarımıza özgür eğitim vermemiz gerekiyor. Eğitimin yanı sıra okuldan döndükten sonra öğrencilerin karşısına ucube bir sosyal medya ve televizyon ekranı çıkıyor. Hala vicdanla, güzellikle ilgilenmeyen bir ekran var. Çocuklarımız geleceğimiz bizim gerçekten. Umutla umutsuzluğu aynı anda yaşıyorum.
“Nebil Özgentürk İz Bırakanlar programında Nazım Hikmet şiiri okudu…”
Bugün Pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…