Dr. Kayalar, yaptığı açıklamada, özellikle sıcak yaz günlerinde daha sık görülen, iş performansını ve sosyal yaşamı olumsuz etkileyen kronik yorgunluk sendromunun, sadece dinlenerek ve tatil yaparak geçmediğini belirterek, “Bu rahatsızlıkla baş etmek için bazı önlemler alarak yaşam tarzı değişikliği yapılması gerekiyor. Kronik yorgunluk sendromu, en az 6 ay süren ve sebebi bilinmeyen aşırı yorgunluğa yaygın kas eklem ağrısı, uyku bozukluğu, dikkat dağınıklığı ve baş ağrısının eşlik ettiği tedavisi zor bir hastalıktır. Yorgunluk, hastanın günlük yaşam aktivitelerini ve iş performansını kısıtlamaktadır. Ayrıca, beceri isteyen işlerde yavaşlama, planlama, organizasyon ve problem çözme gibi yeteneklerde gerilemenin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Tüm bu özellikleri nedeniyle kronik yorgunluk sendromu, birçok ülkede iş gücü kaybına neden olan hastalıklar arasında yer almaktadır. Kronik yorgunluk sendromu sıklıkla 40-50 yaş arası kadınlarda görülmektedir. Tek bir nedene bağlı olmayan bu sendromun ortaya çıkmasını tetikleyicileri; bağışıklık sistemini etkileyen faktörler, nörolojik faktörler, hormon bozuklukları ve bazı enfeksiyon hastalıklarıdır” dedi.
Kayalar, belirtilerden 4’ünün bir arada bulunmasına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizerek şunları kaydetti:
“Kronik yorgunluk sendromunda görülen yorgunluk fiziksel bir aktivite sonucu olmaksızın istirahat halindeyken de ortaya çıkmaktadır. Bu durum hastanın iş, eğitim, sosyal ve özel yaşam aktivitelerinde belirgin bir azalma yaratır. Kısa süreli hafıza ve konsantrasyon kaybı, boğaz ağrısı, lenf bezlerinde hassasiyet, kas ağrısı, yeni oluşan baş ağrısı, uyku bozukluğu ve yapılan bir iş sonrası 24 saatten fazla süren kırgınlık hissi duyulması gibi belirtilerden en az dört tanesinin bir arada bulunması kronik yorgunluk sendromuna işaret ediyor olabilir. Kronik ağrılı hastalarda bu belirtilere; depresif duygu durumu nedeniyle umutsuzluk, sıkıntı hali, çaresizlik duygusu, dikkat azlığı, konsantrasyon güçlüğü ve iştah-kilo kaybı gibi belirtiler de eşlik edebilmektedir.”
Kayalar, her 3 hastadan 2’sinde sürekli ve şiddetli seyrettiğini ifade ederek, “Hastalığın erken döneminde kendiliğinden iyileşme görülebilmektedir. Her 3 hastadan 2’sinde hastalık sürekli ve şiddetli seyreder. Bu hastalarda uzun süre yatakta kalmaya bağlı olarak kas erimesi ve postüral kan basıncı düşüklüğü görülebilmektedir. Kronik yorgunluk sendromlu hastalarda, fizik muayene sonuçları genelde normaldir. Bu sendrom diğer birçok hastalıkla benzer belirtileri gösterdiği için teşhiste kullanılan tek bir laboratuvar bulgusu yoktur. Hastalığın teşhisi kronik yorgunluğa sebep olan tıbbi durumlar ve psikiyatrik hastalıklar dışlandıktan sonra konulmaktadır” diye konuştu.
Kayalar, kronik yorgunluk sendromuyla baş etmek için alınması gereken önlemleri ise şöyle açıkladı:
“Stres azaltılmalı, uyku alışkanlığı iyileştirilmeli ve düzenli egzersiz alışkanlığı edinilmelidir. Sıcak yaz günlerinde ağır yiyecekler yerine zeytinyağlı hafif yiyecekler tercih edilmelidir. Susuz kalmanın metabolizmayı yavaşlatarak yorgunluğa yol açtığı unutulmamalı ve su tüketimi artırılmalıdır. Uyku ritminin düzene sokulması ve uyku kalitesinin artırılması için ‘uyku hijyeni’ uygulanmalıdır. Uyku öncesinde kafeinli, alkollü içeceklerden, nikotinden, aşırı yağlı yiyeceklerden ve aşırı aktiviteden kaçınılmalıdır. Her gece aynı saatte uyumak alışkanlık haline getirilmelidir. Her gün güneş ışınlarının dik gelmediği saatlerde 20 dakika boyunca güneş koruyucu olmadan güneşlenilmelidir. Düzenli egzersizlere kısa süreli, düşük yoğunluklu ve hafif şiddetli programlarla başlanmalıdır. Başlangıçta günde 5 dakika eklem hareket açıklığı egzersizleri ve nazik germe egzersizleri yapılmalı, hastanın kas gücü dayanıklılığı artıkça egzersizlerin süresi ve şiddeti artırılmalıdır. Alınan tüm önlemlere rağmen yorgunluğun uzun süre geçmediği durumlarda vakit kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.”
Kronik yorgunluk sendromunun tedavisinin kişiye özel olması gerektiğini vurgulayan Kayalar, “Tedavide amaç hastalık semptomlarını iyileştirmektir. Kişiye özel belirlenen egzersiz uygulamalarının düzenli olarak yapılmasının yanı sıra hastaya psikolojik destek vermek de çok önemlidir. Tedavide esas, hasta ve ailesi ile düzenli bir iletişim sürdürmektir. Bu görüşmelerle ve düşük dozlu ilaç tedavisiyle hasta yakın izleme alınmaktadır. Tedavi süresince hasta her aşamada iyileşeceği yolunda cesaretlendirilmeli ve hasta, aile ve hekim yakın işbirliği içinde olmalıdır” dedi.