Londra’daki bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde çalışan asistan doktor Shaan Sahota, Guardian gazetesine Covid-19 koğuşunda bir gününün nasıl geçtiğini anlatan bir mektup yazdı.
Sahota, çalıştığı hastanedeki “Covid bölgesi” olarak düzenlenen alanı, “hastaların sessizce yattığı, az sayıdaki sağlık personelinin ise devasa görevler üstlendiği gerçeküstü bir dünya” olarak tanımlıyor.
Covid-19 hastalarının artmasıyla, cerrahi serviste asistan doktor olarak çalışan Sahota, kısa süreli ek eğitim alarak hastanenin yoğun bakım ünitesinde görevlendirilmiş.
Sürekli corona virüsten söz edilen bu dönemde, hastalarla yüz yüze gelen bir doktor olarak kendisinin büyük resmi anlamlandırmakta güçlük çektiğini belirten Sahota, tek tek hastalar bazında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Genişletilmiş yoğun bakım servisi gerçeküstü bir dünya. “Covid bölgesine” girmek için kat kat koruyucu ekipmana bürünüyorum…
Bilinci yerinde olmayan hastalarla dolu koğuşa giriyorum. Kimseden çıt çıkmıyor, sadece monitörlerin bip sesleri, hastalara basınçla hava pompalamasının ritmik sesleri duyuluyor. 12 saatlik vardiya boyunca iki-üç hastaya bakıyorum.
Genellikle fiziki bir iş bu. Hastaların anestezi serumlarını düzenliyor, vücut sıvılarını dengelemek için saat başı idrarlarını kontrol ediyorum.
Hareketsiz bir halde yatarlarken bedenlerinde kalıcı bir hasar oluşmasın diye yatağa basınç yapan noktalara yastık yerleştiriyorum. Ağız ve nefes borusunda toplanan salgıları pompayla temizliyorum.
Kendi başına nefes alması bir yana gözlerini açtığını bile görmediğim hastalar için elimden gelen her şeyi yapıyorum, tuvalete gideceksem bile erteliyorum. Zor koşullarda çalışıyorum.
Baktığım hastaların uyutulup solunum cihazına bağlanmadan önce nasıl insanlar olduğunu bir parça olsun anlamak için hasta notlarına bakıyorum.
Uyutulmadan önce taktıkları, şimdi başuçlarında bir tepside duran takılarına bakıp onları tanımaya çalışıyorum. Önceki notlardan ayrıntıları birleştirip bir bütüne varmaya uğraşıyorum.
Sosyal yaşamı: Eşi ve üç çocuğuyla yaşıyor. Düzenli yürüyüş yapıyor, koşmayı seviyor. Hiç sigara içmemiş.
Gözlem: Solunum hızı 42 – 48 – 55 – 61 – 61… Trafik lambası renkleri içeren bir tabloda yükselen bu sayılar hastanın nefes almakta güçlük çekmiş olduğunu gösteriyor.
Bu, hastanın benim gözetimimde uyutulup, çalışmayan organları nedeniyle makinelere bağlanması anlamına geliyor.
Durumu bu kadar kötü olan hastalarla uğraşmak oldukça zor, bunları yaşamamış olmalarını diliyor insan.
Bire bir bakım yaptığınızda, aynı durumda yüzlerce insan olduğunu düşünemiyorsunuz.
(Virüsün yayılışıyla ilgili) grafik eğrilerinden ve zirve noktalarından söz ediyoruz, ama bunun doğrudan yaşanan tecrübe ile bir ilgisi yok…”
Benim bulunduğum yer bakımından en sınırlı kaynak solunum cihazları değil, işgücü. Hastanenin düzenli personelinin yarıya yakını hastalık, izolasyon veya korku nedeniyle çalışamıyor.
Etrafıma baktığımda iş arkadaşlarımın devasa çabalarını görmek beni duygulandırıyor. Süpermen hikayelerinde kriptonit verilmiş, ama hala araba kaldırmaya çalışan süper kahramanlar gibi onlar, başka ne yapabilirler ki?
Ekibimizin bulaşıcı hastalıklar uzmanın, başındaki (Hint-Sih) türbanını ses etmeden çıkardığına, enfeksiyon kontrolü amacıyla, dini inancı gereği bugüne dek dokunmadığı sakalını ilk kez kestiğine tanık oluyorum…
Asistan kadın doktorlardan birinin üstü başı idrara bulaşmış, rifampisin maddesi nedeniyle turuncu renge batmış bir halde.
Başka biri olmadığından bir hastanın sondasını değiştirmeye çalışmış. Sekiz yıllık eğitim ona torbayı açmanın kolay ama kapatmasının daha zor olduğunu öğretmemiş.
Hastanedeki herkes bu hastaları iyileştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Uzman hekimlerin yoğun bakımda nezaretçiler gibi çalıştığını, diş hekimlerinin ve fizyoterapistlerin hastalarda yatak yarası oluşmasın diye onları çevirmeye çalıştıklarını görüyorum.
Hastalarım onlar için yaptığımız her şeyden haberdar değil, aileleri onları ziyaret edemiyor, kimse yaptığımız işi görmüyor, ama elimizden geleni yapıyoruz.
Ağır Covid+ hastalarının bakımı sanıldığı gibi değil. Onlara öyle yakınım ki örneğin kapalı gözleri kurumasın diye geceleri gözlerine damla damlatıyorum.
Onlarla belki hiç tanışmayacağım bile ama nefeslerini sürekli kontrol ediyor, yardıma ihtiyaçları var mı diye bakıyorum. Yataklarındaki çarşafı değiştiriyorum.
Herkes alışkın olduğu durumların oldukça dışında. Az sayıda kişi sürekli çalışarak elinden gelen çabayı gösteriyor.
Ülkem artık “sürü bağışıklığını” bekleyip bunun mal olacağı can kaybına razı olmaktan vazgeçti, can kaybını asgariye indirmenin çabasını veriyor. Ben de öyle.
Bu yaşananlardan anlam verebildiğim şeylerden biri bu. Hastalarımla tanışmış değilim, ama yaptığım bakım ile onlara söylemek istediğim şey şu: Her şey sizin için, elimizde olan her şey. Yaşamınız bizim için önemli.