Bağırsaklarda yaşayan yararlı mikroorganizmaların korunması ile çeşitliliğin artırılmasında, endüstriyel ve işlenmiş ürünlerin tüketiminden kaçınılması ve yaşanılan coğrafyaya özgü beslenilmesi gerektiği bildirildi. Uzmanlar, özellikle popüler beslenme önerilerinden ziyade Akdeniz tipi beslenmenin mikrobiyota çeşitliliği üzerine en ideal beslenme şekli olduğunu ifade ediyor.
Pediatrik Probiyotik, Prebiyotik ve Mikrobiyota Derneği Başkanı ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ener Çağrı Dinleyici, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “mikrobiyota”nın vücutta başta bağırsaklar olmak üzere tüm organlarda yaşayan bakteri ve virüs gibi mikroplar olarak tanımlandığını söyledi.
Aynı alanda “mikrobiyom” kavramının da insanla yaşayan bakterilerin ve diğer mikroorganizmaların genetik özellikleri olarak ifade edildiğini anlatan Dinleyici, mikrobiyota konusunun 2010 yılından itibaren önce bilim dünyasının, daha sonrasında ise toplumun ve medyanın gündemine girdiğini aktardı.
Dinleyici, mikrobiyotanın insanın var oluşundan bu yana var olduğunun altını çizerek “Geçmişte bizi hasta eden bakterilerin yanında bizimle birlikte yaşadığında sağlıklı olmamızı sağlayan, birçok hastalıktan koruyan bakterilerin olduğu öğrendik.” dedi.
Yapılan bilimsel araştırmalarla mikrobiyotanın bozulmasının kanser, alerji, parkinson, obezite, diyabet ve depresyon gibi birçok hastalık gelişiminde rol oynayıp oynamadığının incelendiğini ifade eden Dinleyici, insanla yaşayan 100 trilyon mikroorganizma bulunduğunu aktardı. Dinleyici, şu bilgileri verdi:
“Bunların tamamına mikrobiyota diyoruz. Bu mikroorganizmaların yüzde 95’i bağırsağımızda ve sayıları bizim hücre sayımızın 1,3 katı. Bu mikroorganizmaların gen yükü ise bizim 150 katımız. Yani 10 binden farklı bakteri yalnızca bağırsaklarda bulunuyor ve ağırlıkları da yaklaşık 2 kilogram. Tüm hastalıkların yüzde 90’ının mikrobiyota ile az ya da çok ilişkisi olduğu düşünülüyor.”
“Kendi coğrafyasına ait beslenme önemli”
Dinleyici, günümüzde mikrobiyota dengesinin bozulmasına neden olan birçok faktörün bir arada olduğuna dikkati çekerek insanın doğal yaşam alanlarından uzaklaşması, yetersiz hareket edilmesi ve tüketimin artmasına bağlı olarak başta obezite, diyabet, kalp damar, kanser ve depresyon sıklığının arttığını ve antibiyotik direnci görüldüğünü anlattı.
Sağlıklı bir yaşam için mikrobiyatanın korunmasının önem taşıdığına işaret eden Dinleyici, endüstriyel ve işlenmiş ürünlerin tüketiminin mikrobiyota üzerindeki etkisinin olumsuz olduğunun altını çizdi.
Dinleyici, kişilerin kendi kültürüne ait olan besinlerle beslenmesi gerektiğini belirterek “Popüler beslenme önerilerinden çok, kültürel zenginliklere sahip kendi coğrafyasına ait beslenme önem taşıyor. Akdeniz tipi beslenme şu anda mikrobiyota çeşitliliği üzerine en ideal beslenme şekli.” dedi.
“Bebeğin mikrobiyatası da anne karnında gelişiyor”
Bilimsel araştırmalarda bebeğin mikrobiyotasının anne karnında gelişmeye başladığının ortaya konduğunu anlatan Dinleyici, bu nedenle anne adayının geçireceği sağlıklı gebelik döneminin çok önemli olduğunu vurguladı. Dinleyici, “Bunun için anne adayının uygun kiloda gebe kalması, gebelik süresince dengeli beslenmesi, sağlıklı psikolojiye sahip olması gerekiyor.” diye konuştu.
Doğum yönteminin de mikrobiyata açısından önem taşıdığına dikkati çeken Dinleyici, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Mikrobiyota bütünlüğünün bozulmasında sezaryen ile doğum en önemli faktörlerden biri. Mikrobiyatının korunması için hekimin gerekli gördüğü durumlar dışında sezaryen doğumdan kaçınılmalı ve normal doğum gerçekleştirilmeli. Bebeğin, ilk 6 ay tek başına, sonrasında da 2 yaşına kadar diğer besinlerle birlikte anne sütü alması, mikrobiyota üzerinden tüm yaşam boyu olumlu etki yaratıyor. Anne sütü, bebekleri ileri yaşlarda birçok hastalıktan koruyucu etkiye sahip. Birkaç yıl öncesine kadar anne sütünün steril olduğunu ve içinde hiçbir bakteri bulunmadığını düşünüyorduk. Son yıllarda yapılan çalışmalar, anne sütünün içerisinde farklı türlerde bakterilerin bulunduğu ve bunların probiyotiklerle birlikte bebeğin sindirim sistemi ve savunma sistemi üzerine olumlu etkilerinin olduğunu gösterdi. Ciddi enfeksiyonların tedavisinde tek silah olarak kullanılan antibiyotikler, gereksiz yere kullanıldığında bağırsak mikrobiyotasında ciddi ve uzun süreli bozulmalara neden olabiliyor. Bu nedenle, antibiyotikler kesinlikle hekimin uygun gördüğü koşullarda, önerilen sürede kullanılmalı.”
“Evde köpek bulunması, savunma sistemini olumlu etkiliyor”
Prof. Dr. Dinleyici, ayrıca doğada geçirilen zamanın artırılması gerektiğini de belirterek “Son yıllarda özellikle çocuklarda devamlı olarak ev içerisinde bulunmasının, daha doğrusu ‘ayağının toprağa basmamasının’ mikrobiyota üzerine olumsuz etkileri olduğu gösterildi.” diye konuştu.
Çocukların yeşil alanlarda oynamasının, doğa ile barışık büyümesinin önemli olduğunu kaydeden Dinleyici, “Bununla birlikte annenin hamileliğinden itibaren evde köpek bulunmasının çocuğun savunma sistemi üzerine olumlu etkilerinin olduğu ortaya kondu. Ebeveynlerin sigara içmemesi de diğer tüm yararları yanında çocuğun mikrobiyotası için de çok önem taşıyor.” bilgisini paylaştı.