Dilek Atlı
Atilla Birkiye, Siyah Kitap Yayınları’ndan çıkan ‘Melankolik Fırtına’ ile ilgili soruları Olay Gazetesi için yanıtladı. Birkiye ayrıca, İstanbul betimlemeleriyle süslediği kitabının ‘tanıklık’ temasına da vurgu yaptı.
Kitabı eline alanları kısa ve birbirinden ayrı kaleme alınmış metinler karşılıyor. Adından da anlaşılacağı gibi ‘melankoli’ bu metinlerin ortak duygusu denebilir. Diğer taraftan birbirinden bağımsız bu metinlere bütünlük kazandıran bir hava da hâkim kitapta. Siz bu havayı nasıl tarif edersiniz?
Aşk’a yol alış aslında, evet böyle özetleyebilirim. Öte yandan yazma sürecinde, dış dünya ile kurduğum ilişki de. Bir yanda İstanbul, öte yanda kadınlar ya da kadın! Ancak bunun kurgu olduğunu hemen vurgulamak isterim. Yani öncelikle yazınsal bir ilişki. Bir de şu var, değişmekte olan bir İstanbul var; ama geçmişteki, bellekteki İstanbul da var; dolayısıyla tanıklık da kitabın atmosferine etki etti. Tabiî ki bir de biçem meselesi var. Ayrı ayrı kaleme alınmış olan metinlerin, tek bir metin gibi ortaya çıkışının bir nedeni de bu. Zâten on yılı aşkın bir süreyi kapsıyor. Önce tek tek metinlerdi, yazma sürecinde sanki kendiliğinden bir “bütün” oldu. Dolayısıyla sizin “metnin havası” dediğiniz de oluşmuş oldu.
‘Aşk’ kavramı öne çıkıyor dediniz. Duygusallık da metinlerinizde hissediliyor. Aşk ve duygusallık mıdır sizi bu kitabı yazmaya iten? Ya da nedir?
Belirttiğim gibi aslında kitap süreç içinde oldu. Ham metinken çok değerli bir dostumun önerileri de bütünü kurmamı sağladı. Başlangıçta, kitap için değil, metinler için yazma nedeni vardı. Bu da evet, daha çok duygusallık ve otuz yıldır yazageldiğim “aşk” tema’sından dolayıydı. Ama bunların kurmaca metinler olduğunun bir kez daha altını çizeyim. Kuşkusuz yaşanmışlık vardır, yazar söz konusu metinlerin içindedir ama ne kadar, nasıl, ne zaman!
Kitapta İstanbul’un eski sokaklarının betimlemeleri oldukça yoğunlukta. Çoğu zaman okur, özlemden ya da zaman içinde yolculuğa çıkma isteğinden bu betimlemelere kucak açar. Peki ya yazar? Yazar neden bu betimlemeleri sunmaya istek duyar, yine özlemden mi?
Evet özlemden; hatta özlem ötesi, bir nostalji de dense, doğrudur! Doğma büyüme İstanbulluyum; çocukluğumun, ilkgençlik yıllarımın o güzel İstanbul’u yok. Benim için çok güzeldi. Kuşkusuz bu kişisel neden. Öte yandan, şu yetmişlerden beri gelen değişime, İstanbul’daki değişime ne demeli. Kim bunun bir “şehir planlanması” içinde olduğunu söyleyebilir. Kim bunu estetik bir özelliğinin olduğunu söyleyebilir. Kuşkusuz tek tük güzellikler var yok değil ama bence bunlar zâten devede kulaktı ve giderek de yok oluyor! Bu durumda benim kalbim parçalanıyor. Öteki kitaplarımda, özellikle de ‘İstanbul’da Mavi Bir Tereddüt’te tanıklığımı yazdım ve bu durumdan hoşnut olmadığımı söyleyip durdum. Başkaları hoşnut olabilir, onu bilemem. Ki var hoşnut olanlar, vahim durum da bu işte! Yine de her şeye karşın İstanbul’u hâlâ çok sevmekteyim…
Melankolik Fırtına’da ‘yaşlanma kaygısı’ da hissediliyor. Bu doğru bir his mi sizce?
Benim için söylüyorsanız, yazma sürecinde evet. Zaman zaman kendimden metne geçmiş olabilir, geçmiş de! Ama daha çok edebî bir motif. Zâten her ne kadar uç da olsa Kavabata’nın Uykuda Sevilen Kızlar novellasına küçük bir gönderme de yapıyorum. Aşk, kadın-erkek ilişkisi içindeyseniz bu edebî motifi şu veya bu şekilde ele almadan olmaz diye düşünüyorum. (Tabiî ki bunun dışında da ele alabilirsiniz.) Binlerce romanda bulabilirsiniz; sinemada, tiyatroda da görürsünüz. Kuşkusuz onlara da gerçek yaşamdan geçmiştir; dönüşmüştür. Şâyet şimdinin içinde hayat ile kurduğum ilişki için soruyorsanız, hâlâ kendimi ıhlamurların kokusuyla dolup taşan Bakırköy’ün sokaklarında koşuşturan genç olarak duyumsuyorum.
Sizce kitaplar birer zaman makineleri olabilir mi?
Bu sorunuz ne hikmetse aklıma Fahreheit 451’i getirdi. İlginçtir on gün kadar sonra yâni 10 Mayıs’ta Naziler’in kitapları yakışının 85. yılı. Bizde de yakıldı, yasaklandı-yasaklanmakta; kitaplar pek sevilmedi, böyle de sürmekte, bildiğiniz şeyler. Öte yandan resmî tarih yalan söyleyince iş sanatçılara, yazarlara düşüyor. Kendimi öylesine ulvî bir düzlemde görmüyorum. Ama sorunuz bunları düşündürdü. Zaman makinaları demeyelim de, sâhip çıkılması gereken bellek, bellekler diyelim. Bir de yaratıcılığımızı besleyen, imgelem gücümüzü besleyen, çoğunlukla yaşamın inceliklerini fark etmemizi sağlayan değerler falan da diyelim. Haz aldığımız “nesne”lerin başında geliyor; aslında nesne ötesi ya…