Necla Camuz, 27 Ocak’ta dünyaya gelen ikinci oğlunun adını Yağız koydu. Sadece 10 gün sonra, 04:17’de Necla, Hatay’daki evlerinde çocuğunu emzirirken uyanıktı. Saniyeler sonraysa, enkaz altında kalmışlardı. Necla ve ailesi, Samandağ’da beş katlı modern bir apartmanın ikinci katında yaşıyordu. “Güzel bir binaydı” diyor ve orada güvende hissettiğini söylüyor. O sabah, binaların depremle yıkılıp gideceğini, her yanda hasarlı ve enkaz halinde binaların olacağını bilmiyordu.
İLK GÜN
Necla, enkazın altında pijamalarıyla yatarken, etraf “zifiri karanlıktı”. Dolayısıyla, neler olup bittiğini anlamak için diğer duyularını kullanması gerekti. Yağız’ın hala nefes aldığını fark ettiğinde rahatladı. Başta toz yüzünden nefes almakta zorlandığını ama sonra tozun geçtiğini söylüyor. Enkazın altında üşümüyordu. Altında, sanki çocuklarının oyuncakları varmış gibi hissetti ama bakmak ve daha rahat bir pozisyon almak istese de hareket edemedi.
Gardırop, yeni doğmuş bebeğinin yumuşak teni ve giydikleri kıyafet dışında, beton ve enkaz yığınından başka bir şey hissedemiyordu.
Uzaktan sesler duyabiliyordu. Yardım için bağırdı ve gardıroba vurdu. “Orada kimse var mı? Sesimi duyan var mı?” diye seslendi.
Bu işe yaramayınca, yakınındaki küçük moloz parçalarını alıp, daha çok ses çıkarmasını umarak gardıroba vurdu. Belki çöker diye korktuğundan, altındaki zemine vurmaya korkuyordu. Yine, kimse yanıt vermedi. Necla artık kimsenin gelmeyeceği ihtimalinin olduğunu fark etti.
‘ENKAZ ALTINDA YAŞAM’
Necla, enkaz yığınının altında tüm zaman algısını kaybetti. Hayat böyle olmamalıydı. Hala, Yağız’ bakmak zorunda olduğunu biliyordu ve bebeğini sıkıştığı o küçük alanda emzirmeyi başardı. Erişebileceği hiç gıda ve su yoktu. Umutsuzca kendi sütünü içmeye çalıştı ama başaramadı.
Necla, üzerinde beton kırıcıların çalıştığını, ayak seslerini ve konuşmaları duyabiliyordu ama sesler çok uzaktanmış gibi geliyordu. Dışarıdaki sesler daha da yakınlaşana dek sessiz kalıp, enerjisini harcamamaya karar verdi. Sürekli ailesini, göğsündeki bebeğini ve enkazın bir yerinde kaybettiği eşini ve oğlunu düşündü. Diğer sevdiklerinin başına gelmiş olabileceklerden de kaygılıydı. Necla, enkazdan çıkabileceğini düşünmüyordu ama Yağız’ın varlığı ona umut etmek için bir neden vermişti. Yağız çoğunlukla uyudu ve ağlayarak uyandığında, sakinleşene kadar Necla sessizce bebeğini emzirdi.
ENKAZDAN KURTULUŞ
Enkaz altında 90 saatten fazla geçirdikten sonra Necla köpek havlamalarını duydu. Rüya görüp görmediğini düşündü. Havlamaların peşinden, sesler gelmeye başladı. “İyi misin? Evetse, bir kere vur” diyordu bir ses. “Hangi apartmanda yaşıyorsun?” Bulunmuştu. O Yağız’ı kollarında tutarken, kurtarma görevlileri dikkatle kazmaya başladı. Karanlık, gözlerine vuran bir fenerin ışığıyla delindi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiyesi’nden kurtarma ekibi, Yağız’ın nasıl olduğunu sordu. Necla emin değildi. Sadece deprem olduğunda oğlunun 10 günlük olduğunu biliyordu. Necla, Yağız’ı kurtarma görevlilerine teslim ettikten sonra, büyük bir kalabalığın arasından sedyeyle taşındı. Etraftaki kimseyi tanımıyordu. Ambulansa götürülürken, diğer oğlunun da kurtarılıp kurtarılamadığını öğrenmeye çalıştı.
ENKAZDAN SONRA
Necla hastaneye ulaştığında, aile üyeleri tarafından karşılandı. Ona altı yıllık eşi İrfan ve üç yaşındaki oğlu Yiğit Kerim’in de enkazın altından sağ çıkartıldığını söylediler. Ama bacaklarındaki ve ayaklarındaki ağır yaralanmalar nedeniyle Adana’daki bir hastaneye götürülmüşlerdi. Necla ve Yağız’da ciddi herhangi bir yaralanma yoktu. 24 saat gözlem altında tutulup, taburcu edildiler.
Necla’nın artık geri döneceği bir evi yok. Ancak ailesinden biri onu, tahta ve brandadan derme çatma yapılmış mavi bir çadıra götürdü. Hepsi evlerini kaybetmiş toplam 13 kişiler. Çadırda aile birbirine destek oluyor, küçük bir ocakta kahve pişiriyorlar, satranç oynayıp hikayelerini paylaşıyorlar.
BBC-Türkçe